Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Drazen Petrovic'in Mirası

Birazdan okuyacağınız yazı, 7 Haziran 2013 tarihinde ESPN'de yayınlanmıştır.
Drazen Petrovic, dünyanın öbür ucundaki Polonya'dan Portland'daki dostu Avukat Nick Goyak'ı aradığında, tarih Haziran 1993'tü. Petrovic, Avrupa Basketbol Şampiyonası elemelerinde Hırvatistan'ı temsil ettiği sırada çok önemli bir haber almış, alır almaz da Portland'dan New Jersey'e gittikten sonra bile neredeyse her gün görüştüğü dostuna güzel haberi vermek için telefona sarılmıştı: Hırvat yıldız, kariyerinin zirvesindeydi. NBA'in en iyi üçüncü beşine seçilmişti.

"Nick, ligin en iyi 15 oyuncusu arasına girdim. Bunun benim için anlamı çok büyük." Goyak, o konuşmayı daha dünmüş gibi hatırlıyor: "Bana söylediği son şey bu oldu: Kendisiyle gurur duyuyordu."

30 Ekim 2014 Perşembe Leave a comment

Ronaldo'nun Seçimi

Birazdan okuyacağınız yazı, 22 Mayıs 2014 tarihinde New York Times'da yayınlanmıştır.

Maderia'nın yolları önümde: İnce halatlar gibi iç içe geçip, kıyıya yakın bölgelerde hafif kıvrılıp gittikçe dikleşen adanın tepelerinde yavaş yavaş yükseldikten sonra, Rio de Janerio'nun favela'larını andıran bir mahalleye doğru devam ediyorlar. Yolu ağır ağır tırmanırken yoksul Brezilya mahallerinin uyandırdığı hislere benzer bir şeyler daha geçiyor aklımdan: Burası sanki bir köşeye fırlatılıp terk edilmiş, hemen aşağıdaki turistik bölgelerden bilerek uzak tutulmuş gibi.

İnsanların yaşadığı yerlerde dolaştıkça bu duygu daha da kuvvetleniyor. İki adam, dağın tepesindeki Santo Antonio denen küçük kasabanın mütevazı barının bahçesindeki bir masaya oturmuş. Dünyadaki en ünlü Madeira'lı, futbol yıldızı Cristiano Ronaldo hakkında sohbet ediyorlar. Ama konu Ronaldo'nun Real Madrid formasıyla attığı büyüleyici goller ya da Portekiz formasıyla sergilediği inanılmaz performanslardan biri değil. Bu iki adam bunların yerine, Ronaldo'nun profesyonel kariyeri henüz başlamamışken, futbol hayatını mahvetmenin eşiğinden döndüğü günlerden bahsediyorlar.

28 Ekim 2014 Salı 1 Comment

Lance Armstrong: Doping, Yalanlar ve Ben


Birazdan okuyacağınız yazı, 4 Kasım 2012 tarihimde The Sunday Times Magazine'de yayınlanmıştır.

Lance Armstrong 1999'da ilk Tour de France zaferini kazandığında, David Walsh Sunday Times gazetesinde yazdığı yazıyla yarışı büyük bir endişeyle takip ettiğini belirtmişti. Armstrong'un kanserle verdiği mücadeleyi kazanmasından sadece üç yıl sonra gösterdiği büyük yükseliş Walsh'a pek de mantıklı gözükmemişti. Walsh, Armstrong'un zaferlerini sorgulamadan övmeye başlayan gazeteci ordusuna katılmak yerine otoriteleri Tour de France'ı soruşturmaya çağırdığında, tarih Temmuz 1999'du. Büyük bir kampanyanın ilk adımları olan bu çağrılar sayesinde, Amerikalı bisikletçi bugünlerde adalete hesap veriyor; bisiklet sporu dopingle uzun süreli ilişkisini sonlandırmak için çalışmalar yapıyor.

Geçen 13 yılın ardından, Birleşik Devletler Anti-Doping Birliği'nin (USADA) yaptığı soruşturma Armstrong'un yedi Tour zaferini kaybetmesine sebep oldu. USADA'nın hazırladığı iddianamede Texaslı sporcu ve takım arkadaşları aleyhinde 1000 sayfadan fazla  delil vardı. Büyük sponsorlar, Armstrong'la ilişkisini sonlandırdı. Amerikalı emekli sporcu, kanser farkındalığına ilişkin projelerin skandaldan etkilenmemesi için Lance Armstrong Derneği'nin -şimdiki ismi Livestrong Derneği- başkanlığından da istifa etti.

_________________________________________________________________________________

Puslu bir Pazartesi gününün öğleden sonrası, saat 3:30, M25 yolunun sonundaki Starbucks'da çalmak üzere olan telefonuma bakıyorum. Bir türlü susmuyor. Susmayacak. Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Fransa, ABD, İrlanda, Hollanda, Belçika ve evime daha yakın birçok ülkeden aynı soru geliyor: "Bugün çıkan haberler ve Lance Armstrong'la ilgili bir röportaj vermek ister misiniz?" Hayır, hayır, hayır, evet, hayır, hayır, hayır, hayır, evet, hayır, hayır, hayır, evet, hayır, hayır, hayır, hayır.

20 Ekim 2014 Pazartesi Leave a comment

İstanbul Derbisi: Futbol, coşku ve iki kıtanın ortasında bir maç

Türk futbolunun en heyecanlı derbisi dışarıdan nasıl gözüküyor? Bu soru, maçın tarafı olsun olmasın, izleyicilerin kafasında bir yerde durur hep. Dünya çapındaki derbilerde olanlar, olmayanlar sürekli Galatasaray'la Fenerbahçe'nin yüzyılı aşkın mücadelesiyle karşılaştırılır. 

Dünyaca ünlü Amerikan spor blogu SB Nation'ın yayın yönetmeni Spencer Hall, cevabı çok merak edilen bu soruya geçen Nisan ayında yazdığı bu yazıyla kapsamlı bir yanıt verdi. Hem şehre hem maça çok yakından bakma fırsatı bulan bir yabancının izlenimleriyle, karşınızda İstanbul derbisi...

____________________________________

Birazdan okuyacağınız yazı, 28 Nisan 2014'te SB Nation'da yayınlanmıştır.


Otelin merdivenlerini yavaşça çık, ben sana kurguyu anlatırken bir şeyi görmen gerek.  Evet... Bir futbol maçı var. 2000 yıl evvel kurulmuş, Viking çizimlerine, bir zamanlar Katolik bir kral için kilise olarak kurulan bir camiye ve 18 milyon kişiye ev sahipliği yapan İstanbul denen bu şehirde oynanıyor. Burası tarih boyunca gerçekleşen her şeye şahitlik etmiş. Ama insanlar nedense ezeli ve ebedi rakipler Galatasaray'la Fenerbahçe arasındaki futbol maçı hakkında çok ama çok fazla heyecanlanmaya devam ediyor.


14 Ekim 2014 Salı Leave a comment

Kobe Bryant: Alacakaranlık Kuşağı

Geçtiğimiz sezonun başında Kobe Bryant, aşil tendonu kopması gibi çok ağır bir sakatlık sonrasında, eski seviyesine gelebileceğini ya da en azından yaklaşabileceğini göstermek bir yana, henüz sahaya bile çıkamamışken ve değil aşil tendonu kopmuş birisi, sakatlık sicili temiz bir basketbolcu için bile tehlike bölgesi demek olan 35 yaşındayken Lakers’tan iki yıl için 48.5 milyon dolarlık, bu sezondan itibaren yürürlüğe giren ve 38’inci doğumgününe iki ay kala bitecek olan yeni bir kontrat almıştı.

Kontratı yalnızca basketbol boyutunda değerlendiren hemen herkes oyuncuya aktüel değerinin üstünde, hatta epey üstünde bir para verildiği fikrindeydi, ki haklıydılar. Sonuçta, değerlendirmenin sadece basketbol boyutunda yapılmaması gerekliliği bir tarafa, bu sporu yapan birisinin yaşayabileceği en baş belası sakatlıklardan birinden 35 yaşında dönmeye çalışan, üstelik sakatlık öncesinde dahi son birkaç yıldır oyunun topun rakipte olduğu kısmında vasatı bile bulamayan bir oyuncunun, kadrosunu yenilemeye çalışan bir takımın kuralların sınırladığı maaş toplamının %40’ından fazlasını tek başına kaplamasının mantıksız olduğu açıktır.

Kobe ise o kontratı hak ettiğini düşünüyor. Yıllardır Lakers’a hizmet verdiği için kulübün kendisine bir vefa borcu olduğuna inandığından değil, NBA koşullarında hala yıllık 25 milyon dolarlık bir oyuncu olduğuna inandığından düşünüyor. Gerçekten, samimi olarak düşünüyor. Bu durumu komik bulabilirsiniz. Ama Kobe’nin 1996’da başladığı NBA kariyerinde, Michael Jordan’ı geçemese bile onunla kıyaslanma noktasına ulaşmasını sağlayan da herhalde saçmalık boyutlarındaki bu özgüven.

Kapının ucunda ufacık bir aralık bırakmaya çalışsa da, kendisinin de söylediği gibi Kobe artık kariyerinin son iki yılında. Hala daha fazlasını kazanmak için arzu duyuyor, ama aynı zamanda hem kariyer hem de mali birikim anlamında dünyalığını yaptı. Bunun sağladığı zihinsel rahatlığa, “yolun yarısı”na gelmiş bir insanın olgunluğu ve bir de o saçmalık boyutlarındaki özgüven eklenince, ortaya dünyanın dinlemesi ya da okuması en ilginç ve eğlenceli sporcularından biri çıkıyor. Yazıda da okuyacağınız gibi, maalesef Kobe bir otobiyografi için kendisini hiç hazır hissetmiyor ama onun dünyasına pencereden de olsa bakmak için bu tip yazılar güzel birer fırsat.

Keyifli okumalar...

*Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak Sports Illustrated Longform'da yayınlanmıştır.*










7 Ekim 2014 Salı Leave a comment

« Önceki Kayıtlar Daha Yeni Kayıtlar »
Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler