Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Kobe Bryant: Alacakaranlık Kuşağı

Geçtiğimiz sezonun başında Kobe Bryant, aşil tendonu kopması gibi çok ağır bir sakatlık sonrasında, eski seviyesine gelebileceğini ya da en azından yaklaşabileceğini göstermek bir yana, henüz sahaya bile çıkamamışken ve değil aşil tendonu kopmuş birisi, sakatlık sicili temiz bir basketbolcu için bile tehlike bölgesi demek olan 35 yaşındayken Lakers’tan iki yıl için 48.5 milyon dolarlık, bu sezondan itibaren yürürlüğe giren ve 38’inci doğumgününe iki ay kala bitecek olan yeni bir kontrat almıştı.

Kontratı yalnızca basketbol boyutunda değerlendiren hemen herkes oyuncuya aktüel değerinin üstünde, hatta epey üstünde bir para verildiği fikrindeydi, ki haklıydılar. Sonuçta, değerlendirmenin sadece basketbol boyutunda yapılmaması gerekliliği bir tarafa, bu sporu yapan birisinin yaşayabileceği en baş belası sakatlıklardan birinden 35 yaşında dönmeye çalışan, üstelik sakatlık öncesinde dahi son birkaç yıldır oyunun topun rakipte olduğu kısmında vasatı bile bulamayan bir oyuncunun, kadrosunu yenilemeye çalışan bir takımın kuralların sınırladığı maaş toplamının %40’ından fazlasını tek başına kaplamasının mantıksız olduğu açıktır.

Kobe ise o kontratı hak ettiğini düşünüyor. Yıllardır Lakers’a hizmet verdiği için kulübün kendisine bir vefa borcu olduğuna inandığından değil, NBA koşullarında hala yıllık 25 milyon dolarlık bir oyuncu olduğuna inandığından düşünüyor. Gerçekten, samimi olarak düşünüyor. Bu durumu komik bulabilirsiniz. Ama Kobe’nin 1996’da başladığı NBA kariyerinde, Michael Jordan’ı geçemese bile onunla kıyaslanma noktasına ulaşmasını sağlayan da herhalde saçmalık boyutlarındaki bu özgüven.

Kapının ucunda ufacık bir aralık bırakmaya çalışsa da, kendisinin de söylediği gibi Kobe artık kariyerinin son iki yılında. Hala daha fazlasını kazanmak için arzu duyuyor, ama aynı zamanda hem kariyer hem de mali birikim anlamında dünyalığını yaptı. Bunun sağladığı zihinsel rahatlığa, “yolun yarısı”na gelmiş bir insanın olgunluğu ve bir de o saçmalık boyutlarındaki özgüven eklenince, ortaya dünyanın dinlemesi ya da okuması en ilginç ve eğlenceli sporcularından biri çıkıyor. Yazıda da okuyacağınız gibi, maalesef Kobe bir otobiyografi için kendisini hiç hazır hissetmiyor ama onun dünyasına pencereden de olsa bakmak için bu tip yazılar güzel birer fırsat.

Keyifli okumalar...

*Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak Sports Illustrated Longform'da yayınlanmıştır.*











İzbandut gibi bir adam kalın kollarından beklenmeyen bir çeviklikle kalabalığa siper olup giriş yolunu açtı. Kobe Bryant'ın deniz aşırı güvenlik ekibinde yedinci yılını geçiren bu adam işlerin ne kadar kısa sürede sarpa sarabileceğini çok iyi biliyor. Hele de Çin'de... Dört yıl önce Shandong Bölgesi'ne yapılan bir gezide adamın biri spor salonunun çatısında uyumuş. Karanlığın içinde sinsice saklanmış, Kobe yaklaşınca da salonun tepesinden atlayıp bağırmaya başlamış: "Kohhhhh-beeeee!" Attila Portik Macar asıllı ve kaslı adamın ismi budeliye dönmüş Kobe hayranını tereddütsüz bir hareketle durdurup bir gemiden denize atar gibi kenara fırlatmış. Başka bir sefer bir grup hayran güvenlik çemberini aşıp içeri sızmayı başarmış. Oyuncuya o kadar yaklaşmışlar ki bir tanesi neredeyse Bryant'ın kulağındaki küpeyi koparıyormuş. Bir yıl önce, başka bir grup genç Kobe'yi görmek için polisi bile atlatmış ve aslında bunu yaparken pek de zorlanmamışlar: Çünkü polisler de Bryant'ı görmeye çalışmaktan kimseye müdahale etmekle uğraşmamışlar. Attila ve meslektaşı Robert Lara (ki kendisi dazlak kafalı Los Angeles'lı bir polis) artık metal barikatlar ve sahte konvoylar kullanmayı düşünüyor. Attila durumun vehametini şu sözlerle anlatıyor: Kobe'nin Çin'deki maceralarını görmediyseniz, cinnet nedir bilmiyorsunuz.

*

Temmuz ayının son günleri, bir öğleden sonra. Kobe hayranları nemli ve puslu havaya, çevredeki gökdelenlerin hengamesine aldırış etmeden Jiangwan Stadyumu'nun çevresinde toplaşıyorlar. Üstlerinde Kobe formaları ve tişörtleri var. Bazılarının üstünde Yüzük Koleksiyoncusu, bazılarının da 24 Numara Sahada yazıyor. Ellerinde posterler ve pankartlar. Pankartların birinde sakat diz kapağını tutan Bryant'ın fotoğrafı duruyor ve altına şöyle yazılmış: Kobe İçin Dua Edin. Başka birisinde Daima Genç yazıyor, altına da şu slogan eklenmiş: İyi Bir Baba, Muhteşem Bir Oyuncu. Çevredeki iki basketbol sahası da 24 numaralı sarı-mor formalar giymiş çocuklarla dolu. Kısa ve çelimsiz Kobe'ler, çemberi savunan şişman Kobe'lerin üzerinden potaya yüklenip dışarıda pas bekleyen uzun ve gözlüklü Kobe'lere pas veriyorlar. Etrafta ev yapımı Kobe şapkaları satanlar, geçici "Black Mamba" dövmeleri yapanlar var. Gariptir, kimse Lakers ürünleri kullanmıyor. Sadece Kobe umurlarında: O, burada Justin Bieber'la The Matrix'in Neo’su arasında bir mertebede.

Akşam 5:45'te polisler geliyor. Kafalarında kasklar, üstlerinde zırhlar, ellerinde ucu U şeklinde kıvrılan ve bir insanı boynundan yakalayabilecek coplar var. Saat 6:30'u gösterdiğinde sokak altın formalılarla dolu. Kobe hayranları lamba direklerine ve ağaçlara tırmanıyor. Bazıları bu geceki etkinliğe katılacak, diğerleri Kobe'yi sadece bir binaya girerken görebilmek için beş saatten fazla bekleyecek.

Güneş battıktan hemen sonra bu uzun bekleyiş sona eriyor. Kapkara camlara sahip siyah bir minibüs demir kapılardan güçlükle çıkabiliyor. Yüzlerce kişilik hayran çetesi hep birlikte tepinmeye, avazları çıktığı kadar bağırarak sokağı inletmeye başlıyorlar: Kooohhhhh-beeee! Koooohhhh-bee! Polisler gergin, kalabalığa siper olmaya hazır. Ve Bryant arabadan çıkıyor, beyaz bir tişört ve şort giymiş. Son 15 yılda Çin'e yaptığı dokuzuncu seyahati ama bu coşkuyu her gördüğünde şaşkına dönüyor. Kalabalığa el sallayıp hemen içeri doğru hareketleniyor, hızla merdivenleri çıkıp salona geçiyor, iki mor spot ışığını geçip kendisini smaç vururken gösteren porselenden iki heykeli gördükten sonra bir zamanlar spor salonu olan ama şimdi ancak bir tapınak olarak tanımlanabilecek mekana giriyor. İsmi de mekanın hakkını veriyor: Mamba'nın Evi'ne hoşgeldiniz.



Kobe burada mor basketbol toplarıyla dolu bir duvarın yanından geçip kendisinin ilham verici sözlerinin yazılı olduğu bir koridora girdi. Arkasından gelen bir düzineye yakın görevli, kapısında VVIP yazan bir odaya giderken ona eşlik etti. O odada başına mikrofonlu bir kulaklık takılıp her iki koluna birer veri aktarıcı kondu. 

Sonraki üç saatini garip bir basketbol programına katılarak geçirecek. Biraz Popstar'ı, biraz Açlık Oyunları'nı, biraz da Terry Gilliam'ın acayip rüya sahnelerini hatırlatan bir şov bu. LED ışıklarıyla aydınlatılmış sahada, sunucu Mandarin dilinde bir şeyler söylerken genç kızlar çığlık çığlığa ağlayacak. Kobe gecenin sonunda tasarlanmış senaryonun dışına çıkıp Çinli bir genci tam sahada teke tek bir maç oynamaya davet ederek herkesi şoke edecek. Yeni iyileşen dizi ve aşil tendonuyla oynadığı ilk maçın görüntüleri internete sızacak. Maç sonrasında tribünlerden fırlayan 24 numara giymiş genç bir adam Bryant'ın karşısında diz çöküp önünde duran basketbol ilahı için dualar edecek.

Ve bu, Kobe'nin Çin'deki yalnızca ilk günü.

*

Amerika'da ise durum şu: Kobe iki ay kadar sonra Staples Center'daki tünelden ağır adımlarla çıkıp coşkulu kalabalığı selamlayacak ve Aralık ayında yaşadığı diz sakatlığının ardından ilk kez bir NBA maçında forma giyecek. Bu, onun 19'ncu sezonu olacak. Uzun kariyeri boyunca beş şampiyonluk ve bir MVP ödülü kazandı. NBA’de tüm zamanların en fazla sahada kalan 13'ncü oyuncusu olarak tarihe geçti. Bir mucize olmazsa bu seneki en yetenekli takım arkadaşları Carlos Boozer, Jeremy Lin ve Julius Randle olacak. Bryant her zamanki gibi etrafındaki ekibin büyük işler başarabileceğine inanıyor: "İnsanların 'Şampiyon olabilecek bir kadroları yok' dediğini duyuyorum. Belki sizin açınızdan böyledir." Kobe burada bir an durup gözlerini kıstı: "Boozer farklı bir katkı verecek, Jordan Hill farklı, Lin daha da farklı... Bütün bu parçaları en iyi biçimde bir araya getirip kazanmak için kullanmanın yolu nedir? Bu soruyu çözmemiz gerek ve çözebilirsek, pek çok kişiyi şaşırtacağız." Bryant bu sözleri söylerken Beverly Hills Hilton otelinin sekizinci katındaydı. Showtime'da yayınlanacak ve kendisinin de yapımcıları arasında olduğu bir belgeseli tanıtmak için oradaydı. Showtime yöneticisi Stephen Espinoza ve filmin yönetmeni Gotham Chopra'yla beraber filmle ilgili soruları yanıtladıkları basın toplantısı esnasında, bir muhabir sözü aldı ve hemen lafı değiştirip konuyu Lakers'ın geleceğine getirdi, akabinde de Lebron'a... Espinoza ikinci soruda adamı susturup payladı: "Vaktimizi daha fazla harcayamazsın." Ama Bryant onu sakinleştirdi. İnsanların filmle ilgilenmesinin tek sebebi onun kariyeriydi. O da bunu biliyordu. Onun ifadesiyle "Bütün hikaye, bununla ilgiliydi."

Bryant, Hollywood tepelerine bakan süitte gelecekle ilgili iyimser sözler söylemeye devam ediyor. Özgüveni şaşırtıcı değil ama hayranlık uyandırıyor. Çünkü Lakers kağıt üzerinde bir lotarya takımı ve yaşlanan bir yıldıza fazla bağımlı duruyor. Tünelin ucunda ışık olduğu da söylenemez. Sol aşil tendonunu kopardıktan yedi ay sonra, ve sol diz kapağının çatlamasından üç hafta önce Kobe iki yılda 48.5 milyon dolar kazanacağı yeni bir sözleşmeye imza attı. Kontrat pek çoklarınca ligin en kötü anlaşması olarak tanımlandı. Lakers, istese bile, Bryant'ı bir yere gönderemeyecekti. Kobe'nin piyasadaki değerini sorduğum bir genel menajer net bir cevap verdi: "Sıfır. Ödedikleri paraya bakın. Kim onu alır ki?"

Elbette bu kontratın bir amacı var. Bryant bu sözleşme sayesinde çok az sporcunun başarabildiği bir şeyi başarıp kariyeri boyunca tek bir takımda oynamış olacak. Bryant, iki yıl içinde kariyerini bitirmeyi planlıyor ama fikrini değiştirme hakkını da saklı tutuyor. Basketbol tarihinin en iyi oyuncularından ve en ateşli iki rekabetçisinden biri ki diğeri Michael Jordan kariyerini, etrafı güçlü takımlarca kuşatılmış zayıf bir takımda bitirecek. Bir yanlışlık varmış gibi geliyor. Bryant veda turlarından hiç hazzetmeyen kişiliğiyle gittiği her salonda alkışlanması, hediyelerle ve yaşlı gözlerle karşılanması fikrinden hiç hoşlanmıyor. Ellerini sallayarak "Hayır, hayır, hayır, hayır. Benim için hiç sorun değil" diyor. "Beni 18, 19 yıl yuhaladıysanız 20'nci yılda da yuhalayabilirsiniz. Spor böyle bir şey."

Ama seyircilerin çoğu onu yuhalamayacak. Sporun diğer kötü adamlarında olduğu gibi kitleler zamanla Bryant'a da ısındı. Son dönemde NBA yıldızları arasındaki en açık sözlü isim olarak öne çıktı. Parkede ter dökenler arasında bu unvana sahip son oyuncu Charles Barkley'di. O da her şeyi olduğu gibi anlatıyordu. İnsanların çoğu, hayatının "s*kerim ya" aşamasına 70'li yaşlarındayken gelir. Amerika’ya dönüşünden kısa süre sonra 36'sına basacak olan Kobe Bryant o noktaya çoktan gelmiş. Şakayla karışık "Basketbol yaşım zaten 70" diyerek gülüyor.

Yine de 18 ay çok uzun bir zaman. Aşil tendonundan yaşadığı sakatlıktan önce Kobe, MVP adayları arasındaydı ve Dwight Howard'lı, Pau Gasol'lu Lakers güçlü bir takımdı. Şimdi? Kobe, Nick Young ve Wesley Johnson'la oynarken; herkes KD, Lebron ve Kevin Love'u konuşuyor.

Bryant bu durumu anlayabiliyor ama kabullenemiyor. Gelecek sezonu "kariyerinin finali" olarak tanımlıyor ama bu finale öyle boynu bükük çıkmaya niyeti yok. Amacı, kariyeri bitse de işinin bitmediğini göstermek. Bu seferki geri dönüş hazırlıklarını hem sakatlıktan kurtulmak hem de yeniden dirilmek için yapıyor. Bu süreçte duygularını daha iyi gözlemleyen bir insan olmuş. Basketboldaki yerini tanımlamaya, hayatını belgelerle kalıcı hale getirmeye çalışıyor. Öğrendiklerini başkalarına aktarmak, Kobe efsanesini yaymak içim uğraşıyor. Çin'e gelişinin sebebi de bu aslında.

Pekin'deki ikinci gününde şehrin batısındaki Shangri-La otelinin dördüncü katındaki neredeyse boş spor salonuna gittiğinde saatler sabah 8:25'i gösteriyordu. Muhabirlerden birini görünce gülümseyerek şöyle dedi: "Demek sonunda gelmeyi başardın." Bu sözlerin ardından o efsanevi antrenmanlarından birine daha başladı.

İlk olarak bisiklette 15 dakika boyunca düşük tempoda pedal çevirirken sabah güneşinin aydınlattığı Yan'an Bulvarı'ndaki trafiğe boş boş bakıyordu. Sonra bacaklarını gerdirdi ve ağırlık çalışmalarına başladı. Tüm bunları yaparken iyi arkadaşı ve Nike'ın müşteri yöneticisi Nico Harrison'la sohbet etmeyi de sürdürdü. Harrison, Montana State'te oynamış eski bir basketbolcu ve güler yüzlü bir adam. Kobe'nin onunla konuşmaktan en çok hoşlandığı konular arasında dün gece Techcrunch'ta okuduğu bir yazı, Buzzfeed'deki son haberler ve Katy Perry'nin dâhi bir iş kadını mı yoksa sadece bir dâhi mi olduğu tartışması var. (Bryant, Perry'ye uzun süredir hayran. Hatta Los Angeles'daki Chateau Marmont'ta yemek yerken tesadüfen karşılaştıklarında çok heyecanlanmış.) Bir noktada Bryant'ı gerçek anlamda ter atarken görüyorum.



Bryant'la Pekin'de geçirdiğim bir haftada şu küçük sırrı öğrendim: O da bir insan. Şehrin boş sokaklarında rüzgar gibi sprint atmak için gece 2'de uyanmıyor. Günde üç saat görselleştirme antrenmanları yapıp bu sırada samuray mantraları tekrarlamıyor. Hatta bazen yaptığı antrenmanlar sizin ya da benim yaptıklarımla aynı olabiliyor. 35 yaşında olup 45 yaşındaki birinin bacaklarına sahipseniz acı gerçeği kabullenmelisiniz. Dayanıklılığı hâlâ insanüstü bir seviyede onunla uzun zamandır çalışan fiziksel terapisti Judy Seto "Ondan daha yüksek acı eşiği olan birini görmedim" diyor ama o bile kendisini zorlarken bir noktada durması gerektiğini biliyor. Üst üste iki ciddi sakatlık atlatmış bedenini dinlendirmesi gerek. Yakın zamanda bir beslenme uzmanıyla görüşmüş. Vücudundaki enerjiyi iki üç yıl önceki yüksek seviyeye geri çıkaracak mucizevi bir diyet peşinde. Oysa yaşlanmak karbonhidrat-protein dengesiyle ilgili bir şey değil ki. İtiraf ediyor: "Bedenimin eskiden rahatlıkla yapabildiği ama bugün yapamadığı önemli şeyler var. Bu tür değişimleri hazmetmek gerekiyor. Önce bu yapamadığım şeylerin ne olduğunu belirlemeliyim. Geçen yıl geri döndüğümde nelerin değiştiğini anlamaya çalışıyordum. Bu kabullenmesi çok zor bir şey." Sözün burasında bir an durdu: "Yorumcuların ve insanların 'Kobe artık asla eskisi gibi olmayacak' dediğini duyduğumda şöyle diyorum: 'Biliyor musun, aslında haklısın! Olmayacağım.' Ama bir oyuncunun değişmesi daha iyi ya da daha kötü olduğu anlamına gelmez."

Kobe'nin bugünlerde en çok odaklandığı şey, verimlilik. Lakers tesislerinde ya da Orange County'deki evinin yakınlarındaki salonda her gün çalışıyor. Arada, bazı drill'ler için bir oyuncu ona eşlik ediyor: Lakers'ın 27 yaşındaki kısa forveti Wesley Johnson. Johnson'ın da salonda olduğu anlarda Bryant mentör rolüne geçip oyuncunun attığı gereksiz adımları, nasıl daha etkili olabileceğini anlatıyor. O yokken Bryant iki top toplayıcıyı saymazsak tek başına çalışıyor. İki saat boyunca durmadan şut atıp terliyor, tek kelime konuşmuyor. Kondisyonunu yeniden kazanmak için didiniyor. Bu yılın başlarında vücudu biraz yağlanmıştı ama şimdi çok daha zayıf gözüküyor. Büyük hedef ise, elbette, evrim geçirmek. "Daha etkili olacağım" diyor. "Çok daha etkili. Her alanda çok daha verimli. Birkaç yıl öncesine oranla çok daha az şey yapıyormuş gibi gözükeceğim. Ama çok daha metodik, çok daha planlı oynayacağım."

Bu sabah Pekin'deki otelinde yaptığı antrenman kesinlikle bu planın bir parçası. İşini bir saatte bitiriyor. Hazırlanmak için odasına çekiliyor. Bugün, Tasarım Günü. Kobe, Çin'de o kadar çok bulunmuş ki artık turistlere yönelik şeylerle vakit kaybetmiyor. Zamanı değerlendirmek için Nike'tan bir temsilci, her gün için bir tema belirleyip oyuncunun ilginç tecrübeler edinmesini sağlamakla görevlendirilmiş. Dün, Büyüklük Günü'ydü, bugün Tasarım Günü ve Nike'ın bölgedeki müzeye gezi düzenleyeceği yarın da Sanat Günü olacak.



Bryant'ın siyah renk lüks minibüsü öğlen saatlerinde şehrin nezih mahallelerinden M50'ye geldi. Orada Zhang Zhoujie adlı tasarımcıyla buluştular. Zhoujie çelimsiz ve gergin bir adam. Beyaz çerçeveli bir gözlük takıyor, hiçbiri birbirine benzemesin diye, tasarladığı her sandalyenin iskeletini bilgisayarda karşılaştırıyor. Adamın öyküsü Bryant'ın hoşuna gitti: Hiçbir stüdyo onu kabul etmeyince dört yıl boyunca çalışıp sandalye tasarlamayı kendi kendine öğrenmiş. Şimdi tasarladığı her bir sandalye 10 bin dolara alıcı buluyor. Yakın zamanda LA'da bir sergi düzenlemiş, ülkesine dönerken arkadaşlarına çantalar dolusu Kobe forması, tişörtleri getirmiş. Şimdi onunla karşı karşıya gelmişken sakin kalmakta zorlanıyordu. Kobe'ye slayt gösterişi eşliğinde bir sunum yaptı. Bryant tasarımcının işlerine gerçekten ilgi duydu, sunum boyunca eli çenesinde ciddi bir tavırla başını sallarken sorular yöneltti. Tasarım sürecini, üretim aşamasını sordu. Bu pahalı sandalyelerden birine oturması istendiğinde de itiraz etmeyip kendini yavaşça bıraktı ve şöyle dedi: "Bu oturduğum en rahat sandalye olabilir. Ciddiyim." Nico'ya doğru döndü: "Bunu kesin denemelisin."

Kobe'nin bu sorgulayıcı ve girişimci yanı yeni bir özellik sayılır. Diz sakatlığının iyileşme döneminde tek yapabildiği şey bisiklette 45 dakika pedal çevirmekti. Yani günün 23 saat 15 dakikalık büyük bir bölümünü basketbol dışında bir şeye ayırmak zorundaydı. Resmen cehennem. "Bir amacım olmadan yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Bence bu hiç iyi bir şey değil." Bryant bu boş zamanını çocuklarıyla Modern Family izleyip ekonomi kitapları okuyarak, hayranlık duyduğu insanlarla sohbet edip defterler dolusu notlar alarak geçirmiş. Şimdi dördüncüyü dolduruyor. "Taslaklar, çizimler, listeler ve buna benzer bir sürü bok. Bana ilham veren insanlarla yaptığım sohbetler, kurdukları şirketlerin hikayeleri, notlar... (Bryant'la sohbet ederken dikkati çeken özelliklerinden biri küfretmenin pek gerekli gözükmediği yerlerde de küfür etmesi. Bu şekilde kendini rahatlatıyor. Kendisine benzemeyen insanlarla arasındaki farkı azaltabileceğini düşünüyor.)

Bryant son zamanlarda obsesiflerle kafayı bozmuş. Kalıplaşmış kurumları ve inançları yıkan figürlerin biyografilerini yutarmış gibi okuyor. Arada bir şuna benzer ilginç bilgiler vermeye başlayabiliyor: "Leonardo da Vinci'nin 46 yaşına kadar sanat dünyasında tanınmadığını biliyor muydun? 46?!?" Apple yöneticisi Jonathan Ive ve Oprah Winfrey gibi önemli isimleri arayıp işle ilgili konularda tavsiye istemiş. Pek çok sporcunun sahip olmadığı bir merakla araştırma yapıyor. İş dünyasının işleyişini ve bu işleyişin oluşmasına sebep olan nedenleri öğrenmek istiyor. Geçen yıl Kobe Inc. adlı şirketi kurup beraber çalıştığı firmalarda tanıştığı parlak yetenekleri bir araya getirmeye başlamış. (Bryant'ın bu iş bitirici havası annesinden geliyor. Örneğin şirketin başına CEO olarak eskiden Gatorade'de bu görevi yapan Andrea Fairchild'ı getirmiş.)

Kobe'nin idol olarak gördüğü insanların Steve Jobs, Bruce Lee örnek verebileceğim bazı isimler ortak bir özelliği var. Hepsi aykırı tipler. Sisteme itiraz etmişler. Zor şartlar altında başarılı olmuşlar. Bryant için onlar birer yol gösterici olmanın yanında kendini kanıtlamanın da sembolü.

Bryant, bu yılın başında idollerinden biri olan Michael Jackson hakkında bir hikaye duymuş. Jackson, Thriller'ı çıkarmadan önce Bee Gees'e, özellikle de o sıralarda tüm zamanların en çok satan albümü ünvanını elinde tutan Saturday Night Fever'a kafayı takmış durumdaymış. Bee Gees'den daha iyi bir albüm yapmaya karar veren MJ, albümü tekrar tekrar dinlemiş. Bu iş onda öyle bir saplantı haline gelmiş ki iki yıl boyunca her gün, albümü 10 kere dinliyormuş. Albümdeki her notayı, her melodiyi ezberlemiş. Albümü özümsemiş, büyüsünü çözmüş ve o büyüden payına düşeni almış. Bir yıl sonra da Thriller'ı çıkarmış. Ve sonra o albüm 60 milyondan fazla satıp tüm zamanların en çok satan albümü olarak tarihe geçmiş.



Bryant bu hikayeyi ilk kez duyduğunda mutlulukla dolmuş. "Bu hikayeye bayıldım." Bu öyküde Bryant'ın önemsediği tüm davranışlar var: Çalışma ahlakı, tutku ve saplantılı bir arayış; sonunda tüm bunlar birleşip mitolojik bir başarı meydana getiriyor. Jackson o albümü günde 10 kere değil de beş kere dinlemiş olabilir miydi? İki yıl yerine iki ay dinlemişti belki de? Bryant bu soruları sormuyordu. Bir efsane yaratmak, yıkmaktan daha güzeldi.

Kendisine bu hikayeyi anlatan adam 39 yaşındaki yönetmen Gotham Chopra. New Age gurusu Deepak Chopra'nın oğlu Gotham, kendi yarattığı gerçeküstü bir medya fanusunda büyümüş: Çocukken TV'ye çıkmış, gençken paparazzilerin gözdesiymiş, üniversitedeyken bir kitabı yayınlanmış. Çocukluğu farklı bir biçimde de olsa Bryant'ınki kadar sürrealmiş.

Kobe ve Gotham iki yıl önce ortak bir tanıdık aracılığıyla tanışıp çizgi romanlara olan ilgileri sayesinde yakın arkadaş olmuşlar. Bryant topuğundaki sakatlıktan kurtulma sürecini belgesel haline getirmek istediğini söylediğinde Gotham koyu bir Celtics taraftarı olmasına rağmen bu zorlu işe talip olmuş. "Kobe film yapalım dedi, biz de yapıyoruz" diyor.

Bu süreçte bir de Kobe'nin dizi sakatlanınca film başka bir şeye dönüşmüş. Bryant'ın ilham aldığı insanlar kendi deyimiyle "ilham perileri" yapımın konusu haline gelmiş. Gotham bir yılı aşkın sürenin 70 gününü onunla geçirmiş. Elinde saatlerce görüntü ve 20'li yaşlarında, saçı sakalına karışmış ama enerjik bir ekip var. Bu ekip gece gündüz demeden görüntüleri tarıyor.

Film, Kasım ayı başında Kobe'nin parkelere dönüşünden hemen sonra Showtime'da yayınlanacak. Gotham işin %95'inin bittiğini ve şu an aslında kurgu odasında olması gerektiğini söylüyor. Ama Kobe "Pekin'e gel" diyince kalkıp gelmiş. Film çekiminin çoğu da bu şekilde gerçekleşmiş. Gotham sabahın 5'inde Kobe'den gelen mesajla ekibini toplayıp ne hakkında çekim yapacağını bilmeden, söylenen yere koşturuyormuş ve bazen tam bu koşturmanın ortasında Kobe'nin asistanı Ashley'den gelen başka bir mesajla çekimin iptal olduğunu öğreniyormuş. 

Her özgün yönetmen gibi Chopra da filminin izleyiciye bilmediği bir şeyler anlatmasını istiyor. Dolayısıyla işi çok zor. Hayatı boyunca kameralar önünde persona'lar yaratıp Michael Jackson gibi kendi efsanesini yazmış bir adam olan Kobe için gardını indirmek, kendi bunu istese bile çok zor. Bir noktada ona otobiyografi yazmaya sıcak bakıp bakmadığını sordum. Bunu düşündüğünü söyledi. Andre Agassi'nin kitabını okuyup beğenmiş. Ama o böyle bir kitap çıkaracak olursa hayalet yazar kullanmak istemiyor, her şeyi kendisi yazmak istiyor. "Buna hazır değilim. Yazıda hiçbir şeyde olmayan bir şeffaflık var. Bir kitap yazacaksanız, yazdığınız her şey hakkında tamamen şeffaf olmaya hazır olmalısınız. Daha bunu yapabilecek durumda değilim."

Kobe derdini mecazlı hikayelerle anlatıyor ve tüm o öykülerin kıssası birbirinin aynı: Asla pes etmeyip çok çalışırsan başarılı olabilirsin. Röportajlarda, basketbol kamplarında yaptığı konuşmalarda tekrar tekrar aynı hikayeyi anlatıyor: Philadelphia'da geçirdiği bir yazda, çelimsiz bir çocukken Sonny Hill Yaz Ligi’ndeki bir maçta tek bir sayı bile atamamasını ("Sıfır sayı!") ve dört yaşındayken kendisinden daha güçlü ve karatede daha iyi bir çocukla dövüşmeye zorlanıp yenilmesine rağmen kendini daha güçlü hisettiğini tekrarlayıp duruyor. Bu, onun karizması ve sosyalleşme biçimi. Büyük anları dramatize ediyor, kilit sözcüklere vurgu yapıyor. Yetenekli bir politikacı gibi her anlattığı hikayeyi yeni bir şeymiş, çok derin bir öyküymüş gibi sunuyor. Chopra gülerek şöyle diyor: "Birisi bana şöyle dedi: Çin'e gittiğinde insanların onun öğretilerini gerçekten önemsediğini göreceksin. Kobe'nin öğretileri mi varmış?"

Kobe Metodu her türlü uğraşıya uygulanabilir. Gotham'ın çekimdeyken yakaladığı anlardan birinde Bryant, şirketinin ortaklarından biriyle sohbet ederken şikayet ediyordu: "Çocukların dördüncü oldukları için madalya kazanması saçmalık." Kobe, şirketinin bu tip şeyler yapmak yerine "rekabetçi ruhu" beslemesini istiyor. Evdeyken sekiz yaşındaki kızını kazanmak için çalıştırıyor. Ama ona göre bunun adı kazanmak değil "rekabet etmek." Alınacak ders yine aynı: Bazen kaybedebilirsin ama mağlubiyet bile sana ne kadar çok kazanmak istediğini hatırlatmalı. Chopra yine sözü alıyor: "Bazen Kobe'ye şöyle diyorum. Şurası açık ki başarılı olmuşsun. Her ne yaptıysan işe yaramış. Bu kazanma/kaybetme mentalitesi, her şeyi bir yarışma gibi görmen, basketbol için normal. Belki iş dünyasında bile normal olabilir. Ama ebeveynlikte pek böyle değil. İlişkilerde de fedakarlık zorunlu. En azından benim deneyimlerim böyle söylüyor. Ama galiba o bunu pek yaşamamış." (Gotham bir ara yedi yaşındaki oğlunu Kobe'yle tanıştırdı. Çocuk gittikten sonra Bryant, Gotham'a dönüp çocuk değil ürün tasarlayacakmış gibi şöyle dedi: "Bunlardan bir tane yapmayı ben de düşünüyorum.")

Bryant artık öğretisini tamamlamış durumda. Bu hafta boyunca sloganlarını tekrar tekrar dile getirdi. Çinli çocuklara "güçlü olmalarını," "başarısızlıklarından ders çıkarmalarını" ve "daha iyi olmak için çalışmayı asla bırakmamalarını" durmadan söyledi. Ama bir sorun var: Bryant bu çocuklara zayıflıklarından ders alıp büyümelerini öğütlese de onu hiç bir zayıflık gösterirken görmüyoruz. 

Aşil tendonu parçaladığında sanki meredi eski yerine koyabilecekmiş gibi oynamaya devam edip iki serbest atış sokacaktı. Yaşlanmak mı? Kobe zamanı yenmenin imkansız olduğu düşüncesine herkesin gözü önünde kıs kıs güldü. Kadroda Lin ve Boozer gibi isimler varken şampiyon olmaktan bahsediyor. Ve bu söylediklerine gerçekten inanıyor. Bir genel menajer durumu şöyle değerlendiriyor: "Takımının play-off'a kalabileceğine inanıyor. Bunun mümkün olması için tek yol Lakers'ı sırtında taşıması. O da bunu biliyor ve onu Kobe yapan şey de bu... Bu insanüstü özgüven."

*




Çin seyahatinin üçüncü günündeyiz. Kobe çekimler için Mamba'nın Evi'ne geri döndü. İnternetten yayınlanan reality şov programı Nike'ın tasarımı ama tabii ki Kobe'nin yönetiminde oluşturulmuş. Kobe'nin içinde bulunduğu her şey onun yönetiminde yapılıyor. Örneğin kendi tasarladığı ayakkabıları hayran olduğu kişilerle ya da şeylerle isimlendirmiş: Bruce Lee, Beethoven, Thriller gibi...

Televizyon programı aslen uzun bir Nike virali ve spor şirketleriyle NBA'in Çin'i basketbolun yeni cephesi yapma projesinin bir parçası (Lig şu an Pekin'e dev bir basketbol salonu yaptırıyor ve komisyoner Adam Silver da yakın zamanda bu ülkeyi NBA'in büyümesinin kritik bir parçası olarak gördüğünü söyledi). Nike proje kapsamında tüm ülkedeki gençlerden 30 saniyelik video klipler topladı ve en ilginç olanları bir araya getirdi. İlk hafta Lebron gelip finale kalmayı başaran gençler arasından 30'unu seçti. Kobe de şimdi bu 30 kişiyi 10'a indirecek. Attila'ya göre Lebron NBA'in yüzü ve büyük yıldızı olması bakımından daha önemli gözükse de Çin'deki popülaritesinin Kobe'yle kıyaslanması mümkün değil. 10 yıldır NBA yıldızlarının Asya ziyaretlerinde güvenlik olarak çalışmış ve geçen hafta da Lebron'a göz kulak olanlar arasındaymış: "Diğerlerinin ancak ona yetişmeye çalıştığı görülebiliyor.” Kobe'nin diğer oyunculara göre daha fazla hayranı olduğunu mu kastediyorsun diye sorduğumda, kafasını sallıyor: "Çok daha fazla."

Kobe bugünkü çalışmada oyuncuları özel hareketlere çalıştırıyor. Sert ama sabırlı bir tavırla şişman, kocaman kulaklı bir çocuğa post'un sağ tarafından geriye çekilerek şut atmayı gösteriyor. Çocuğun daha basit hareketleri yapmayı öğrenmeden bu şutu atabilmesi mümkün değil ama her denemede başarısız olmasına rağmen Kobe ondan vazgeçmiyor: "Sola fake, sağ omzunun üzerinden şut. Topu sürme." Çocuk tekrar deniyor ve bu kez şutu sokuyor. Kobe çok mutlu. İyi bir öğretmen olduğu çok açık. Koçluk yapmakla ilgilenmediğini söylüyor ama bu konuda da çok başarılı olabilirdi. Tabii yeterince sabırlı olsaydı...

Nike tarafından Çinli gençlerin yetenekleri kadar geçmişleri de göz önüne alınmış. Çoğunun iyi bir hocaya ihtiyacı var. Ancak küçük bir bölümü Amerika'da burssuz olarak üniversite seviyesine çıkabilir. Önemli bir bölümü Amerika'daki bir lisenin yedek takımına bile giremez. Aralarında Yao Ming'i hatırlatan bir dev yok. Daha çok Jeremy Lin gibiler: Hızlıca top sürüp potaya gidiyor, tereddütle şuta kalkıp, takımı oynatmaktan çok kendileri oynamayı tercih ediyorlar.

Kobe maçları izlerken oyuncular çok daha bencil. Hafta boyu yarı sahada beşe beş maç yapıyorlar. Eğer Bryant yakınlardaysa o an topa sahip olan çocuk geri çekiliyor, takım arkadaşlarına açılmalarını işaret ederek bire beş oynamaya başlayıp, çılgın bir biçimde hücumu bitirmeye çalışıyor. Bryant ise diplomatik tavrını koruyarak oyuncuları cesaretlendirme çabasından ödün vermiyor: "İyi savunma beyler, aferin!"

Görünürde, gelen coşkulu taraftarların burada olma sebebi reality şov kapsamında oynanan maçlar sırasında tezahürat yapmak ama çocukları daha az umursayamazlardı. Hepsi, Kobe'nin onların olduğu tarafa döneceği anı bekliyorlar. Döndüğünde de pankartlarını kaldırıp ellerindeki ışıklı MVP yazılarını yakıyor ve avazları çıktığı kadar bağırıyorlar. Dakikada bir, durup dururken KOOOH-BEEEE tezahüratları yankılanıyor. Tüm bunlar iki saat boyunca sürüyor ve fazlasıyla yorucu gözüküyor.

Böyle bir şov ABD'de ya da başka bir ülkede olsa yapımın pazarlama anlayışı eleştirilir; yetkililer biraz bıkkın, biraz memnuniyetsiz bir tavırla söylenenleri sineye çekerdi. Burada böyle bir şey yok. Seyirciler her şeyi yutuyor. Gotham'ın 25 yaşındaki yapımcısı Jake Bloch aynı zamanda bir Çin vatanadaşı. O, bu durumu toplumun "gelişmemiş" düşünce yapısına bağlıyor. Bir çekimin sonunda Kobe imzaladığı basketbol toplarını kalabalığa fırlatıyor. Düzinelerce genç, imzalı bir top için çırpınırken kavgalar çıkıyor. Düşüp kalkarak, ağlayarak topa uzanmaya çalışıyorlar. Çok rahatsız edici bir manzara... Sineklerin Tanrısı'ndaki ilkel bölümleri hatırlatıyor. Başka bir çekimde kenardaki bir kız dikkatimi çekiyor: Bir eliyle Kobe için trompet çalarken diğer eliyle basketbol topu sektiriyor. Çaldığı şarkı ise Celine Dion'un Titanik'le ünlenen romantik şarkısı My Heart Will Go On.

Bunca acayipliğin ortasında çok normal bir şey gibi gözüküyor.

*

Çin halkı, Kobe'yi neden seviyor? Kobe, Çin halkını neden seviyor? İki sorunun cevabı da fazla karmaşık değilmiş gibi gözükebilir. Bu kadar baskıcı bir ülkede Kobe Bryant gibi bir figür bile insanlara kendini özgür hissettiriyor olabilir. Kobe onlar için Doğululaşmış biçimde Batı'nın en iyisini temsil ediyor: Başarı yolunda çalışma ahlakının önemini vurguluyor. Bryant canı isterse NBA'den emekli olduktan sonraki yıllarını Çin'de dersler vererek geçirebilir.

Kobe içinse sevgisinin sebebi gayet basit: Tıpkı o bahsettiğim pankartta yazdığı gibi burada asla yaşlanmayacak. Ülke medyası ona hayran. Hayranları onu sadece sevmekle kalmıyor: Karşılığında hiçbir şey beklemeden sadece onu yüceltmek istiyorlar. Amerika'da Lakers'ın deplasman turundayken kaldığı otellerden birinin etrafında zaman geçirirseniz görürsünüz. Takım otobüsünün etrafında groupie'ler ve imza avcıları bekler ve oyuncular onlarla ilgilenmezse aralarından birileri şikayet etmeye başlar. Pekin'de bir sabah saat 10'da bir grup genç Shangri-La otelinin hemen dışındaydı. Bir buçuk saat sonrasında hâlâ dışarıda umut ve sabırla bekliyorlardı. Ellerinde kendi yaptıkları pankartlar vardı ve üstünde aynen şöyle yazıyordu: Kobe, senle bir fotoğraf çektirebilir miyiz? <3



Böylesi karşılıksız bir sevgi nadir görülür. Kobe bu tür bir sevgiyi, çocukken anne babasından gördüğü şefkati şimdi 17 yaşındaki Çinli gençlerden görüyor.

Ancak Kobe'nin babasıyla olan ilişkisi biraz karmaşık. Joe Bryant NBA'de iyi, Avrupa'da ise özel bir basketbolcuydu. Dört numaradaki gösterişli oyunuyla öne çıkmıştı. Ama Bryant kendisini babasına hiç benzetmiyor. "Dürüst olmak gerekirse birbirimize tam anlamıyla zıtız." Son zamanlarında basketbolu daha fazla keyif alarak oynadığı söylendiğinde, Kobe bir an düşünüp sonra kafasını sallıyor. "İlginç bir tespit ve haklısın. Babam basketbolu büyük bir keyifle oynadı ama bana kalırsa ben bu oyunu ondan bile fazla seviyorum. Çünkü her gün durmadan, saatlerce, saatlerce ve saatlerce bu oyunu oynuyorum. Bu oyunu çok seviyorum. Bu yüzden rekabet etmek, mümkün olduğu kadar sert oynamak istiyorum. Çünkü bu oyuna aşığım."

Mutluluğu çok çalışmakla bir tutması, hak edilmesi gereken bir şey olarak görmesi garip. Kobe'nin dünyasında kolay elde edilen şeyler, doğası gereği pek değerli değil. Lakers'daki kariyerinin son döneminde kendine ali kıran baş kesen rolünü seçmiş. Şu sözleri söylerken sesi yükseliyor: "Kimseye taviz veremem. Bunun bedeli ağır olur. Ben bir liderim. Mutluluk saçan bir kelebek olmaya niyetim yok. Onları vaat edilmiş topraklara götürmek için buradayım. Birçok insan kendini herkese beğendirmekle meşgulken bu tip sorumlulukları alamıyor. Ben de sevilmek isterim. Ama yıllar sonra başardıklarımıza bakıp, onları zorladığım için bana minnettar olacaklarını biliyorum."

Bryant oturuşunu düzeltip düşüncelerini toparlamak için bir an duraksadıktan sonra devam ediyor: "Asla kolay değil. Bu boku oynamak zor iş. Bizi dışarıdan izleyen oyuncular şampiyonluklar kazanıp kutlama yapmamızı, gülüp eğlenmemizi gördüğünde 'Aaa, demek ki liderlik böyle bir şey, böyle olunca kazanıyorsun, herkes iyi anlaşıyor, herkes birbiriyle can ciğer, beraber takılıyor, falan filan.' diye düşünüyor.”

Kobe kalkıp başka bir yere oturduktan sonra ileri doğru uzanıp konuşmayı sürdürüyor: "Hayır, o işler öyle olmuyor. Gidin Lamar'a (Odom), Adam Morrison'a sorun. Her gün birbirmizi yiyorduk. Birbirimize meydan okuyor, birbirimizi zorluyorduk. Bu iş böyle yapılıyor. Ama çok zor işte. Çünkü rahat edemiyorsun, anladın mı? İnsanı rahatsız ediyor."

Bryant'ın beraber yemek yediği birine "Dişinde bir şey var" demeye benzettiği bu yaklaşım herkeste işe yaramıyor. Örneğin, Dwight Howard'ta yaramamış. Başkaları bundan memnun. Chopra çekimler sırasında Bryant'ın eski ve şu anki takım arkadaşlarıyla röportajlar yapmış ve onu üç kelimeyle anlatmalarını istemiş. İnsanların hakkında ne dediğini merak eden Bryant her röportajdan sonra Chopra'dan cevaplar hakkında rapor istemiş. Cevapların çoğunda "müthiş bir rekabetçi" ve "katil içgüdüsü" kelimeleri çeşitli biçimlerde kullanılmış. Ama Chopra, Steve Nash'e aynı soruyu yönelttiğinde çok farklı bir cevap almış. Nash bir an düşündükten sonra yavaşça ve üç kelimeyi de vurgulayarak cevabını vermiş: "Orospu ... çocuğu ... puşt." 

Kobe bu yanıta bayılmış.


*

Kobe'nin kariyeri boyunca geçirdiği büyük değişimler çabucak unutuluyor. Hafif kabarık saçlara sahip tezcanlı bir çocuktan, yüzünde Michael Jordan'ı hatırlatan bir ifadeyle şampiyonluklar kazananan bir yıldıza evrildi. Bu yolda kendisine pek uygun bir rol olmasa da Shaq'ın yanındaki ikinci adamı oynamak zorunda kaldı. Ardından tecavüz davası açıldı. Sonunda suçlamalar düştü ama davadan bir hafta önce sözleşme imzaladığı Nike dışındaki tüm sponsorları kaçmıştı. Kobe içine kapanıp kaderinin çizdiği yolu takip etti ve hayatını sadece rekabet etmeye adadı. Beş yıl boyunca Gladyatör Kobe'yi izledik. Muhteşem bir deneyimdi. Takım arkadaşlarını kızdırdı, rakiplerini kışkırttı, canı isteyince 81 sayı attı. Sonunda 2009'da kendi kurallarıyla bir şampiyonluk kazandı. Omzundaki yük kalktı. Her şeye rağmen o şampiyonluk günlerinden akıllarda kalan görüntü şu: Final serisi devam ederken takımın kaldığı otelin lobisinde oturuyor. Elinde bir şişe Corona var, arkadaşlarının arasında ama sanki tek başına. Uzaklara bakıyor.

Bazı insanlar başkaları tarafından yalnızlığa itilir. Kobe tek başına olmayı kendisi istiyor. Kendini "İtalyalı bir çocuk" olarak tanımlıyor. Arka bahçede tek başına hayali şutlar atarak, bire bir maçlar oynayarak kendine güvenmeyi öğrenmiş. Yalnızlıktan söz edilince bu hissin kendisine çok yararı olduğunu belirtip şöyle diyor: "Tek başınızaysanız, saklanamazsınız. Kendinizi kandıramazsınız."

Kobe kendisini motive eden şeyi farklı olmakta, tek başına olmakta bulmuş. Bu yüzden topluma, statükocu değerlere karşı çıkan insanlar hakkında kitaplar okuyor. Ve tam da bu sebepten NBA dünyasında yakın olduğu insanların sayısı çok az. Phil Jackson, basketbolu bıraktığı günden sonra, onun diğer insanlarla olan ilişkisinin düzeleceğini düşünüyor. Başkaları bu görüşe pek katılmıyor. Bir genel menajer Bryant'ın bir başka idolünü örnek veriyor: "Emekliliğin Jordan için ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Kobe için çok daha zor olacak. Jordan'la aynı hırsa sahip olmasına rağmen onun daha da az arkadaşı var. MJ en azından golf ya da poker oynuyor."

*

Pazar günü, öğle saatleri. Kobe'nin Pekin'deki beşinci günü. Artık pili bitti. Bütün hafta boyunca herkesi memnun etti. Fotoğraf çekimlerine, tasarım buluşmalarına, geç saatte yenen yemeklere katıldı. VVIP odasındaki kanepeye kendini yavaşça bırakıyor. Sabah antrenmanı yüzünden hala bacakları ağrıyor. Hafta boyunca yaşadığı şeyler şakşakçılar, hayranlar, kendisinin heykelleri hakkında ne düşündüğünü sorduğumda şaşırmış bir şekilde bakıyor. Heykeller mi? Dediğine göre onlar dikkatini çekmemiş bile. O telaşın arasında gözünden kaçmış. (Daha sonra eve dönerken ekibine heykelleri görüp görmediklerini sordu. Hepsi kafalarını sallayarak "Gördük" dediler. "Peki ne düşünüyorsunuz, nasıllardı?" Nico hemen sözü alıp Kobe'yi rahatlattı: "İyilerdi, merak etme." Bryant da onaylayarak karşılık verdi: "Evet, iyilerdi. Değil mi?")



Tüm hafta elinden geleni yaptı. Farklı farklı rollere büründü. Bir etkinlikte yapmacık bir gülümsemeyle etrafına yığılmış hayranlarını selamlarken eliyle V işareti yaptı. Seçme aşamasında olumlu bir etki bırakmak için çabaladı. Kobe'nin oyuncuları daha iyiye götüreceği fikriyle uyumlu olabilmek adına, eleştiren değil akıl veren bir öğretmen gibiydi. Kimlerin gidip kimlerin kalacağını açıklarken de seçmediği oyuncuları değil, seçtiklerini ilan ederek bu olumlu havayı sürdürmeye çalıştı. Çocukları izlerken, bire dört oynayıp spektaküler turnikeler atmaya çalışanlara bile zoraki ve diplomatik bir üslupla karşılık verdi: "Haydi, devam." ... "Aaaah, iyi denemeydi."

Ama bir noktaya kadar dayanabildi. Bu sabrın son bulduğu nokta da bizi Çinli gençle yaptığı teke tek maça, dört gün öncesine, Çarşamba gecesine geri götürüyor. Maçın videosu spor bloglarında şu gibi başlıklarla yayınlandı: "Kobe bire birde Çinli hayranlarını mahvediyor!" Bryant, sırık gibi bir çocuğun karşısına geçmiş, üçlükler yağdırıyordu. Her şey onun hikayesine, Mamba Mitolojisi'ne o kadar uyuyordu ki...

Tabii bütün olay bundan da ibaret değildi. Bryant'ı asıl gaza getiren tüm gece önünde basketbol oynayan çocukları görmek olmuştu. Önce topu sektirmeye başladı. Sonra dudaklarını ısırmaya. Şovun bitmesine yakın sunuculardan birinin mikrofonunu kaptı. "Uzun süredir beni oynarken gören kimse olmadı. O yüzden küçük bir maç yapacağız, teke tek." Kobe haklıydı. Bir yıldan fazladır onu basketbol oynarken gören olmamıştı. Gotham ve yardımcıları da dahil olmak üzere. Sözlerine devam etti: "Bu oyuna Philly'de 'sunrise' derdik. Sayı atan oynamaya devam eder. Beş yapan kazanır."

İki sunucu da çok şaşırmıştı ama Kobe kulaklıklardan kurtulup ısınmak için şut atmaya başlayınca bozuntuya vermediler. KB, kamptaki 30 oyuncu arasından kendisine rakip olabilecek en iyi üç tanesini seçti ve sırayla Kobe'ye karşı oynamaya başladılar. Tahmin edebileceğiniz gibi tribündekilerin tüyleri diken dikendi. Kobe ilk başta biraz paslanmış gözüktü ki gerçekten de öyleydi. Şutları kısa kalıyordu. Airball bile attı. Çocukları sırtına alıp yakın mesafeden hook atışlar yapmaya başladı. Tam geri dönüşünü biraz abartıyor muyuz diye düşünmeye başlamışken yavaş yavaş üzerindeki ölü toprağını attı. Savunmadayken güzelce dizlerini kırıp pozisyon aldı. Ortaya düşen ribaundları kovaladı, pivot hareketleri yaptı, havada yüksek bir yay çizerek potayı bulan fadeaway'ler atmaya başladı. Fazla atılgan bir rakibini önce sırtına alıp etrafından dribbling'le geçerek sayıyı attığında kalabalık ve sunucular keyiften deliye dönmüştü. Çünkü bunu görmeye gelmişlerdi. Kobe durumu daha iyi açıklayacaktı: "Oyunumu canlı canlı, yakından görmek, o tecrübeyi yaşamak istiyorlardı."

Bu gecenin hikayesinde tek bir sorun vardı: Kobe kaybetti. Her tarafa yayılan videoda bu kısmı göremezsiniz. Kobe oyunda dört sayıyı bulmuşken işi bitirdiğini sanıyordu. Ama 10 numaralı formayı giyen en uzun Çinli çocuk Kobe'nin üzerinden orta mesafe bir fadeaway gönderip üçüncü sayısını attı. Sonra da diğer iki çocuğa karşı iki sayı bulup Bryant kenardan öylece izlerken maçı kazandı. Kimsenin tanımadığı Çinli bir çocuk, Kobe Bryant'ı teke tek bir oyunda alt etmişti.

Şurası kesin ki bu kabul edilemezdi. Çocuk kollarını kaldırıp zaferini kutlarken Kobe rakibini kutlamak için tam üç kez el çırptı sonra mikrofonu tekrar kaptı. Artık gülümsemiyordu, pek keyifli gözüktüğü de söylenemezdi. "Pekala, tekrar oynayacağız. Beşe ulaşan kazanacak ama bu kez çocukluğumdaki gibi tam saha oynayacağız." İki sunucu da şaşkın ve endişeli gözlerle bakıyorlardı. Birisi sordu: "Emin misiniz?" Kenardaki ekip ayaklandı. Sakat dizle tam saha maç mı? Hem de Kobe bir yıldır tek bir resmi maça çıkmamışken? Manşetleri görebiliyordum: Kobe, Çin'deki garip bir televizyon şovunda kendini zorlayıp tekrar sakatlandı.



Onu vazgeçirmenin bir yolunu bulamadılar. Önceki maçta oynayan diğer iki çocuk da sessizdiler. Çoktan sahayı terk etmişlerdi. Bu seferki kişisel bir hesaplaşmaydı. Kampa katılan tüm diğer oyuncular, NBA tarihinin en büyük beş oyuncusudan biriyle Çin'in bilmem neresinden gelen çocuk arasındaki maç için sahayı boşalttı. Kobe bu maça da yavaş başladı. Ama bu kez kesinlikle kaybetmeyeceğini anlamak zor değildi. Bir pozisyonda çocuğun şutunu bloklayıp topu saha dışına gönderdi ve tereddüt bile etmeden kuralları umursamayıp topu aldı. Sonra da olan oldu. Bir orta mesafe gönderdi. Karşı potaya doğru koşmaya başladığında omuzları sallanıyordu. Havaya girmişti. Sonra biraz daha uzaktan bir orta mesafe daha. Herkes deliye döndü. Biraz daha uzaktan bir şut daha. Uzun boylu çocuk önce bir turnike sonra bir üçlükle yanıt verdi ama zaten Kobe savunma yapmıyordu. Herkes ne olacağını biliyordu. Bryant, çocuğu sırtına alıp serbest atış çizgisi civarından geriye çekilerek attığı o meşhur şutunu gönderdi ve boynunu yana devirip topu seyretmeye başladı. Deliksiz... İnsanlar kendinden geçiyor, kenardaki oyuncular yumruklarını sıkıyordu. Kobe tüm bu karmaşanın ortasında kollarını açmış öylece dikiliyordu. Sanki Pekin'de oynanan öylesine bir teke tek maçı değil altıncı yüzüğünü kazanmıştı. Her şeyin ardından kendine yakışır biçimde mikrofonu aldı ve çocuğa sol elini geliştirmesi gerektiğini söyledi ve söylediği her şeyi harfi harfine sunuculara çevirtti.

Her şey muhteşem bir gösteriye dönüştü. Kobe tüm hafta herkesle ilgilenmeye, iyi polisi oynamaya çalıştı. Ama yalnız bu gece insanlarla gerçekten iletişim kurup onlara istedikleri şeyi verdi, gerçekten bir şeyler öğrenebilecekleri anlar yaşattı. Oraya gelip sadece sırıttıktan sonra otele de dönebilirdi. Bunun yerine planlanan çekim süresinin bir saat üzerinde zaman harcadı. Akşam bittiğinde sahanın ortasında kolunu dört oyuncusunun omzuna dolamış, forması ter içindeydi. Ayakkabılarını bir çocuğa hediye ettiği için ayaklarında sarkmış beyaz çorapları vardı.

Mamba Mitolojisi'nin ardındaki gerçek burada. Asıl mesaj, görünenin arkasında saklı: Hakikat şu ki hedeflediğin başarı aslanın ağzında. Bazen ya hep ya hiç deyip heyecanlı bir ergene meydan okursun. Pota altındayken çocuğa dirseği çakarsın. Dışarı çıkmış bir topta hile yapıp zavallı velede kabadayılık yaparsın. Çünkü bazen, sadece kazanmak için bunları bile yapman gerekir.


Yazı: Chris Ballard


Sunuş yazısı için Orkun Çolakoğlu'na teşekkür ederiz.

7 Ekim 2014 Salı

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler