Bugün Zlatan İbrahimoviç'in doğum günü. Hiç bitmeyecek
bir yazın habercisi gibi gözüken bir Ekim gününde, Paris'teki evinde otururken,
her zaman olduğu gibi neşeli ve umarsız gözüküyor. 33'ncü yaş günü "bir
aile geleneği olarak, oğulları Maximilian ve Vincent'in doğum günü şarkısı
söyleyerek yatak odasına koşturmasıyla başladı. Saat çok erkendi ama çok
güzeldi."
İbrahimoviç bunları söylerken ellerini neşeyle
sallıyor ve gülmekten yüzü kırışıyor. Ardından çantasını masaya koyuyor. Bir
mitoloji kahramanına yakışabilecek ismi, Zlatan İbrahimoviç gösterişli
harflerle beyaz kartının üzerine siyah renkte yazılmış. Bu yıl, doğum günü için
fazla hediye gelmemiş ama gelenler arasında bir tanesi var ki çok ilginç: Paris
Saint-Germain'in ligdeki rakiplerinden Toulouse, topuğundaki sakatlığı
iyileştirmesi için bir kutu merhem ve oğulları için de birkaç tane forma
göndermiş.
"Bugün, oğlun İsa'yla aynı yaşa, hayatının 33'ncü
yılına geldin" diye başlıyor Toulouse'un mesajı. "Bütün rahibeler muhteşem
Zlatan İbrahimoviç'i görebilmek için dua ediyor, insanlar futbolun etrafında
bir araya gelsin diye gözyaşları döküyorlar! Nice yıllara Büyük Zlatan! Çok
yaşa! Geçtiğimiz iki yıl boyunca bize goller atmaktan sapkınca bir zevk alsan
da sana kin beslemiyoruz. Yaptığın her şey için teşekkürler!"
Bu hafif dalgacı övgü, Zlatan'ın keyfini yerine
getirse de Malmö'deki göçmen mahallesi Rosengard'dan Paris'te bolluk içinde
yaşadığı hayatına uzanan yolculuktan bahsettiği sırada, heyecan ve sinirden
burun deliklerinin şişmesine engel olamayacak. Bir zamanlar, her biri
birbirinden pis dört basamaktan oluşan bir merdiven yardımıyla ulaşılan küçük
bir evde yaşıyormuş. O basamaklar, hepimizin bildiği şefkatli ve eşitlikçi
İsveç imajıyla Rosengard’ın birbirine ne kadar uzak olduğunun bir ifadesi gibi.
Zlatan’ın çocuklarının büyüdüğü Paris'le o mahalle arasında dağlar kadar fark
var.
Boşnak bir bekçi ve Hırvat bir temizlik işçisinin oğlu
İbrahimoviç’in anne ve babası, o iki yaşındayken boşanmış. Küçük Zlatan, çocukluğu
boyunca yok sayılmaya alışkınmış: Kimse "Söyle bakalım ufaklık, günün
nasıl geçti" diye sormadan yıllar geçmiş. Peltek konuşan koca burunlu
oğlan da huzuru azınlıkların arasında, göçmen mahallelerinin gözlerden uzak
yaşayan insanlarında bulmuş.
Şimdiyse karşımda koskoca Zlatan İbrahimoviç oturuyor:
Belki İsveç Kralı değil ama milli takımın heybetli kaptanı. İsveç formasıyla
100'ncü kez milli olurken yıllardır kırılamayan bir gol rekorunu da yerle bir
eden adam. Kendinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmesiyle dalga geçilse de
(ki, bugünlerde bunu gerçekten kendisiyle dalga geçmek için kullanıyor)
dünyanın en iyi futbolcularından biri olduğunu kanıtladığından beri içini yiyen
o soruyu cevaplamaya sonuna kadar hakkı var Zlatan'ın.
"Nasıl oldu da Rosengard'lı bir serseri, şu an
bulunduğum yere gelebildi?" diye kendi kendine soruyor. "Kimse
başarılı olabileceğime inanmadı. Herkes hakkımda ileri geri konuştu. Boşboğaz
olduğum için unutulacağımı sanıyorlardı. Benim için "Bu adamın düşünceleri
delice" diyorlardı. "Hiçbir şey başaramayacak." Ama benim daima
hedeflerim ve hayallerim vardı. İşte şimdi buradayım."
İbrahimoviç sözlerine devam etmeden önce bir an
nefesleniyor. Üflenmeyi bekleyen 33 mum belli ki bir süre daha yanacak. Onları
söndürmeden önce söylemesi gereken çok şey var: "15 yıl öncesine dönüp
gerçeğe dönüştürdüğüm hayallere bir bakalım. Kimmiş o benim hakkımda ileri geri
konuşanlar? Şimdi bir bir laflarını yiyorlar. İşte benim için gerçek ödül
bu."
Hollanda, İtalya, İspanya ve Fransa'da oynadığı
kulüplerle yaşadığı şampiyonluklara, kazandığı onca paraya, şöhretine,
iğneleyici demeçlerine rağmen onu bir "fenomen" haline getiren
motivasyon bu mu yani? Gözündeki en önemli başarısı, bir zamanlar kendisini
küçümseyenlerin ağzından çıkan o mahcup sözleri dinlemek mi? "Evet,
tabii" diyor İbrahimoviç kararlı bir şekilde. "Ben bu hisse açım.
Gevşeyip bunu kaybedeceğime, futbol oynamayı bırakırım daha iyi. Bu his, benim
için bir ihtiyaç. Hâlâ sahadaki diğer oyunculardan 10 kat daha iyi olmam
gerektiğini düşünüyorum. Kendini kabul ettirmek için, kendini geliştirmek için
bu düşünceler gerekli."
From Rosengard With More than One Goal adlı bir film, yakında İsveç televizyonlarında
gösterilecek. İbrahimoviç, Rosengard'daki beton bloklardan yükselişini anlatan
belgeselden bahsederken bile, insanın içi bir tuhaf oluyor. Bu hikâye, bisiklet
hırsızlığı yapan kendini beğenmiş bir veledin futbol topuyla sihirli numaralar
yapan bir sanatçıya dönüşmesini anlatıyor. Attığı her adımda İbra'nın futbol
sahasındaki zekâsı, hayal gücü, sertliği ve gücü biraz daha ortaya çıkıyor.
"Duygusal bir dönemdi. Filmin çekilmesi altı ay
sürdü. Karşımda sürekli olarak bir kamera olmasına alışkınım ama bir kamera
tarafından takip edilmek yeni bir şeydi. Evet, kitap işi için birisi beni takip
etmişti ama şimdi peşimde koca bir çekim ekibi vardı. Ama bu filmi kesinlikle
yapmak istiyordum. Çünkü hayatımın içeriden bakınca ne kadar farklı olduğunu ve
Rosengard'dan milli takım rekorlarına giden yolu insanlara göstermeliydim.
Ayrıca, çok da kişisel bir iş oldu. Örneğin, belgesel sayesinde babamla
tanışabilirsiniz."
Bu sözlerin ardından bana babası Şefik İbrahimoviç
hakkında birkaç duygusal anektot anlattı. Çok az paralarının olduğu bir dönem,
babası Zlatan'a Ikea'dan bir yatak almış ama eve kargolanması için talep edilen
ücreti karşılayamamış. "İkimiz yatağı eve kadar taşıdık. Bence harika bir
iş yaptık. Annemle de zaman geçirdiğim oldu ama babamla beraber yaşıyorduk. Bir
keresinde bir antrenman kampına katılabilmem için tüm maaşını bana verdi. Ve
bunu o ay evin kirasını ödeyemeyeceğini bile bile yaptı."
Şefik İbrahimoviç, Bosna Savaşı'nın acı anıları
yüzünden huzursuz bir hayat yaşıyor, Sırp güçlerinin Bosna'daki köyünde yaptığı
katliam bir türlü aklından çıkmıyordu. Bu yüzden sık sık Zlatan'ı evden
gönderiyor, Rosengard sokaklarında dolanmasını istiyordu. İbra bugün
Rosengard’ı "bir cennet" diye tanımlıyor ve dünyanın en pahalı
otellerindeyken değil, oradayken kendini evinde gibi hissettiğini vurguluyor.
Ama çok tehlikeli bir yerden bahsettiğini de unutmamak gerek. Onu bu tehlikeli
mahalleden kurtaran şey ise futbol olmuş. Mahalledeki alkol ve uyuşturucu
pazarından bahsederken şöyle diyor İsveçli: "Belki de korktuğum için o tip
şeylerden uzak durdum. Farklıydım."
İbrahimoviç, röportaj boyunca bu farklılık vurgusuna
tutunmayı sürdürüyor: "Çoğunluktan farklı olursanız, imkânlarınız kısıtlı
olsa da başarılı olabilirsiniz. Ben bunun canlı kanıtıyım. Göz kamaştıran bir
hayatım yoktu. Göz kamaştıran bir insan değildim. Çevremdekiler de öyle değildi.
Kendini farklı ya da şanssız hisseden insanlara mesajım şu: Kendinize
inanırsanız, siz de başarabilirsiniz. Her zaman bir umut vardır. İş, sizde
bitiyor."
İbrahimoviç çoğu zaman kendini övüp duran bencil bir
insanmış gibi gösteriliyor. Bir ülkeden diğerine, bir dev kulüpten başkasına
gezip duran bu kupa avcısı paralı asker, 13 yılda 11 lig şampiyonluğu
kazanırken futbolda da Zlatan mezhebini kurmayı başardı. Ama her şeye rağmen
onun için en önemlisi, göçmen bir ailenin çocuğu olarak İsveç formasıyla
yakaladığı başarılar. Geçen ay Euro 2016 elemelerinde Avusturya'ya karşı
oynanan maçta 100'ncü kez milli formayı giymesini "muhteşem bir şey"
olarak niteliyor. İbra, o maçta skoru 1-1'e getiren golü atarken, David
Alaba'nın yüzüne dirsek atmakla suçlandı. Avusturya tarafı, hakemin
İbrahimvoiç’ten korktuğu için ona kırmızı kart çıkaramadığını söylese de o
böyle küçük bir tartışmayı önemsemiyor. Bunun yerine kendi yaptıklarını öne
çıkarmaya, maçın kendisi için önemini anlatmaya odaklanıyor.
"100'ncü kez milli formayı giymek, bir hayalin
gerçeğe dönüşmesiydi. Bunu yıllardır bekliyordum. Milli takım tarihinin en
golcü oyuncusu olacağımı da biliyordum. Ama rekor ben "Bu rekoru
kıracağım" demeden önce, önemli bir şey değildi. 82 yıldır kırılamayan 49
gollük rekordan bahsediyorum. Ben kıracağımı söylemeden önce kimsenin aklından
bile geçmeyen bir detaydı. Kaptanlığın önemi de ben kaptan olduğumda
konuşulmaya başlandı. Ondan önce neredeyse sırayla kaptan oluyorduk. İşte benim
kendini farklı hissedenler için başarının yaşayan kanıtı olmamın sebebi bu.
İsveç'in kaptanı oldum ve o rekoru kırdım."
Rosengard'lı bıçkın delikanlı, geçtiğimiz ay
Estonya'ya attığı iki golü anlatırken yüzüne büyük bir gülümseme yayılıyor. "49'ncu
gol, kornerden yapılan ortanın sonucunda geldi. Savunmanın kafayla
uzaklaştırdığı topa voleyi vurdum. 50'nci gol ise daha özeldi. Topuğumla attım.
İnsanlar, "Her zamanki Zlatan işte" dediler ama bunu planlamamıştım.
Sadece gol atmak istediğim için öyle vurdum."
Topukla atılan goller, şaşaalı voleler, gösterişli
röveşatalar... O gün, İbrahimoviç'in keyfi yerindeyse bunlar çok sıradan
şeyler. "Bu hareketleri iyi yaptığınız zaman estetik bir manzara oluşur.
Ama tersi durumda da ortaya çok kötü bir görüntü çıkabiliyor."
Zlatan kızgın olduğu zamanlarda daha acımasız
gözüküyor. 2010'da Barcelona'da oynarken Arsenal'e karşı çıktığı Şampiyonlar
Ligi maçında iki gol atmıştı. O günkü performansını "kariyerimin en iyi
maçlarından biriydi. Özellikle ilk 30 dakika çılgıncaydı" diye anlatıyor.
Barça ve İbrahimoviç, o dakikalarda Arsenal'i şaşkına çevirip skoru 2-0
yapmıştı. Maç, o dakikalarda daha büyük bir farka da gidebilirdi.
İbra'nın İngiltere'ye karşı dört gol attığı Kasım akşamı
o maçtan bile çılgıncaydı. Özellikle dördüncü golü atmak için yaptığı röveşata
vuruşu... "İngiliz takımlarına karşı gol atamıyorsanız, yeterince iyi
değilsinizdir. Hep böyle olmuştur. İngilizler'e karşı oynadığım maçlarda bir
türlü gol atamıyordum. Bu yüzden abartılan bir oyuncu olduğumu söylediler. Bir
sonraki maç, yine aynı şey: 'Gördünüz mü, o kadar da iyi değil demiştik.' Ama
bu tür sözler beni ateşliyor. Damarlarıma adrenalin pompalıyor. İnsanlar beni
bu şekilde yıpratabileceğini sanıyor ama durum tam tersi. Kendimi göstermek
istediğim için öfkeyle doluyorum."
"Oyun tarzımda riskli hareketler fazlaca
bulunduğu için artık insanlar yaptıklarıma şaşırmıyordu. Fakat sonra İngiltere
maçı geldi. Yine abartılan bir oyuncu olduğum konuşuluyordu ama ben muhteşem
bir maç olacağını söyledim. Yeni stadyumumuzda ilk maçımıza çıkıyorduk sonuçta.
İlk golü attığımda çok mutluydum. İkinci geldiğinde deliye döndüm. Üçüncüyü
filelere gönderdiğimde etrafıma bakıp şöyle dedim: "Eee, şimdi ne
diyeceksiniz?" Dördüncü golü röveşatayla atınca kendi kendime düşündüm:
"Budur. Daha ne yapabilirim ki." Senin İngiltere'de yaşayan bir
gazeteci olman bile, bana kendimi daha özel hissettiriyor."
İbrahimoviç, o maçtan sonra Paris'in batısındaki
Saint-Germain-en-Laye'da bulunan antrenman sahasında tek başına yaptığı ilk
idmanı hâlâ hatırlıyor. O dönem PSG'nin teknik direktörlüğünü yapan Carlo
Ancelotti'nin İngiliz yardımcısı Paul Clement, Zlatan'ın o gün yaptığı dört
saatlik çalışmayı "kariyeri boyunca gördüğü en konsantre antrenman"
olarak nitelemiş.
"O gün, her zamankinden daha sıkı çalıştım ve o
röveşata golünün aynısını tekrar attım. Yağmur yağmasına rağmen o maçtaki
vuruşun aynısını minyatür kalelerden birine gönderdim. Görenler gözlerine
inanamadı."
"Bazıları İngiltere maçındaki golden bile daha
güzel olduğunu söyledi. Ben de İngiltere'ye attığımı daha çok beğendiğimi
söyleyip "İsterseniz YouTube'dan bir daha bakalım" dedim." Benim
çalışmalarım hep böyledir. Her zaman daha iyi olmak isterim. Tatminsizlik bir
sorunsa, sorunlu bir insanım. Tabii, en azından yararlı bir sorun bu."
Zlatan, Cristiano Ronaldo'yla kozlarını paylaştıkları
ve Portekizli'nin galip çıktığı dramatik play-off maçı sonucunda Dünya
Kupası'na gidememenin canını yaktığını itiraf ediyor. O maçta İsveç adına
attığı iki gole, Ronaldo ülkesinin dört golüne de imza atarak cevap vermişti.
İbrahimoviç en başta "Bensiz bir Dünya Kupası'nı izlemeye değmez"
dese de Brezilya'ya gidip İngiltere-Uruguay ve İspanya-Şili maçlarını bizzat
izledi ve şaşırtıcı biçimde, Suarez'in perişan ettiği İngiltere'ye sempati
duyuyor. "Güzel maç oldu ama İngiltere için çok zor geçti. Üzerlerinde çok
fazla baskı var. Ülkedeki herkes kupayı kazanmalarını bekliyor."
İngiliz halkının yakın zamanda belirgin biçimde
düşürdüğü beklentileri göz önüne alırsak, bu tespit biraz demode kalıyor ama
İbrahimoviç, İngiltere'nin bolca eleştirilen yeni kaptanını da överek sözlerini
sürdürüyor: "Rooney'i seviyorum. Bana kalırsa oyun tarzında büyük bir
açlık var. Bence takımı için iyi bir oyuncu. Kadronun kalanı? Onları pek
tanımadığım için bir şey söylemem zor."
Peki, 13 yıl önce Arsene Wenger tarafından deneme
antrenmanlarına davet edildiğinde Arsenal'e transfer olsa hayatında nelerin
değişebileceğini merak ettiği olmuyor mu? "Wenger bugünlerde o meselenin
bir yanlış anlaşılma olduğunu söylüyor. Ben yine de kendimi kanıtlamamın
istenmesinden hoşlanmıyorum. Çünkü gayet iyi olduğuma eminim. Kimseye bunu
göstermem gerekmiyor. Beni ya tanıyorsunuzdur ya tanımıyorsunuzdur. Wenger'in
ofisine gittiğim zamanı hatırlıyorum. Oranın patronu olduğu her halinden
belliydi. Arsene Wenger! O günlerde benimle gerçekten ilgilendiklerini
düşünmediğim için sonraki gün Ajax'la anlaştım."
İbrahimoviç'in sansasyonel kişiliği ve oyun tarzının
Premier Lig'in aşırı heyecanlı pembe dizileri hatırlatan yapısına uyacağından
kimsenin şüphesi yok. Bir İngiliz kulübünün formasını giymeyi düşünmüyor mu?
"Hayır. Paris'te mutluyum. Premier Lig'e saygım var. Dünyanın en iyi
liglerinden biri ve medyanın gösterdiği ilgi bakımından rakibi yok. Ama zaten
birçok farklı ligde oynadım."
"Hollanda'da herkes güzel futbol oynuyor. Ajax
stili. Tek pas. Topu ver ve koş. Sistemleri çok ilginç. Kimse orta saha
oyuncularından ya da forvetlerden falan bahsetmiyor. Her şey forma numarasıyla
ilgili. 7, sağ kanada. 9, santrafor. 10, santraforun arkasında. Rekabet
açısından diğer ülkeler kadar çekici değil ama başlangıç için mükemmeldi.
Sonrasında İtalya'ya gittim."
İbrahimoviç; Internazionale, Juventus ve Milan'la üst
üste lig şampiyonluklar kazanıp Çizme'de "gangster balerin" olarak nam
saldı: "Bir golcü olarak en çok zorlandığım, en çetrefilli ligdi. Bugün
bile gol yemememin gol atmaktan daha önemli olduğunu düşünüyorlar. İspanya'da
ise herkes golleri sıralamak istiyor."
Barcelona'da Pep Guardiola'yla yaşadığı anlaşmazlık
herkesin diline dolanmış durumda. Ancak Zlatan'ın Barcelona'dan bahsederken
sesinde yankılanan hayranlık çarpıcı. "Muhtemelen tarihin en iyi takımında
oynadım. Oynadıkları futbol çok güzeldi. Daha sahaya çıkmadan, haftanın maçı
içim hazırlık yaparken kazanacağımızı biliyordum. Etrafıma baktığımda gördüğüm
oyuncular Messi, Iniesta, Xavi ve Puyol ve Pique ve Dani Alves ve Busquets'di.
Akıl almaz bir şey! Başka bir gezegenden gelmiş gibi oynuyorduk ve buna
bayıldım. Teknik anlamda mükemmeldik."
Yine de Barcelona oyuncularının antrenörden aldıkları
talimatları uygularken okul çocukları gibi davranmasından şikâyetçi: "O
kadar disiplinlilerdi ki... Süperstar olmuş oyunculardı ama şey gibi... Okul da
demeyeyim ama aşırı derecede disiplinli bir yerdi. Hocanın söylediği her şeyi
yapmaya razılardı. İtalya'da durum daha farklı: Takımdaki 22 oyuncu da büyük
egolara sahip ve her biri dünyanın en iyisi olduğunu düşünüyor."
İsveçli'nin meşhur Jose Mourinho hayranlığı ise
Barcelona'ya gitmeden önce Inter'de beraber çalıştıkları döneme dayanıyor.
Mourinho o transferden sonra 2010'da Inter'le Şampiyonlar Ligi şampiyonluğa
uzanırken yarı finalde Guardiola'yı, İbrahimoviç'i ve Barcelona'yı çok
çekişmeli bir eşleşmenin ardından devirdi. İbrahimoviç'in hayranlığı
kazanmasıysa bundan çok önce olmuş: "Mourinho çok zeki bir adam. Herkese
aynı biçimde davranmıyor. Etrafındaki her bir insana bir birey gibi davranıp
herkesten yüzde 100 verim almasını biliyor."
Çalıştığı en zeki teknik direktör Mourinho mu?
"Evet. Oyuncularına yaklaşımını ve -yararlanma kelimesini kullanmak doğru
olmaz- kadrosunu ‘gaza getirmesini’ kast ediyorsak... Şüphesiz o."
Barcelona'daki saygı ve disiplin anlayışı ile
Mourinho'nun oyuncular üzerindeki hâkimiyeti birleşince İbrahimoviç'in bir baba
olarak tavrı ortaya çıkıyor. Oğullarından biri, kendisinin Rosengard'da yaptığı
gibi bir bisiklet çalarsa tepkisinin ne olacağını sorduğumda cevabı sert
oluyor: "Onlara büyük bir ceza vereceğim kesin. Evet, ben çocukken bunu
yaptım ama bana göz kulak olan kimse yoktu. Tek başımaydım ama yaptığım şey
doğru değildi."
"Şu an, benim için disiplin ve saygı büyük anlam
ifade ediyor. Oğullarım 18 yaşına geldiklerinde ne istiyorlarsa yapabilirler.
Ama benim çatım altında yaşadıkları sürece, benim kurallarım geçerli. Onlar
daha İbrahimoviç'in kim olduğunu anlamadan, her şeyden önce onların babası
olduğumu anlasınlar istiyorum. Anlarsın ya. “Şu Zlatan...” Beni öyle görsünler
istemiyorum. Bana şaka olsun diye Zlatan dediklerinde bile hoşuma gitmiyor.
Bana kesinlikle baba demeliler. Bana göre mantıklı olan bu."
"Babalarına tribündeki bir grup taraftar gözüyle
bakmalarını istemiyorum. Nereye gidersem gideyim, insanlar beni tanıyor.
Fotoğraf çektirmek istiyor. Ama evdeyken, sadece evin babasıyım. Zlatan olmak
istemiyorum. Evin kapısından dışarı adım attığımda kulübümü ve kendimi, Zlatan
İbrahimoviç'i temsil ediyorum ancak evdeyken tam anlamıyla bir aile
insanıyım."
Peki ya kendi babası? Eskiden kendisini bir karabasan
gibi kovalayan Bosna Savaşı hakkında konuşabiliyorlar mı artık? Zlatan bir an
düşünmek için duraksıyor: "Abim Sapko'yu altı ay önce kaybettik. Babamın
dert ortağı oydu. Bu konuları daha çok onunla konuşuyordu. Son birkaç aydır
aile geçmişimiz hakkında eskisinden daha fazla sohbet ediyoruz. Ama İsveç'te
doğduğum için savaş konusunu onun kadar içselleştirmemiştim." Sapko kaç
yaşındaydı? "Abim 40 yaşındaydı ama ölümü bizim için sürpriz olmadı. Çok
hastaydı zaten."
İbrahimoviç'in kardeşinden bahsederken düşen yüzü konu
başarılarına gelince kendini kanıtlamanın verdiği gururla tekrar aydınlanıyor:
"Oynadığım takımlarda 23 şampiyonluk kazandım ama Şampiyonlar Ligi hâlâ
eksik. PSG'yle onu da kazanmak için uğraşıyoruz. Kazanamasak bile, benimki gibi
bir geçmişe sahip bir insan için bu şampiyonluk sayısı gerçekten inanılmaz.
Benim için bir müthiş bir macera."
Büyük bir futbolcu olarak kariyerinin sonuna
yaklaşıyor olması onu korkutuyor mu? "Hayır. Aksine, bitmesi için
sabırsızlanıyorum. Bir futbolcuysanız otellerde çok zaman harcıyor, çok şeyden
mahrum kalıyorsunuz. Büyük oğlum sekiz yaşında. Küçük olan altı. Hayatlarının
her gününde onların yanında olamadım. Bir aile babası olmak, zirvedeyken
futbolu bırakmak istiyorum."
Zirvedeki son, İsveç'i Fransa'daki 2016 Avrupa
Şampiyonası'na taşımasından sonra gelebilir. Ancak bir sorun var: Futbolu
bıraktığında dört gol attığı büyülü maçlar da geride kalacağına göre, gerçeğe
dönüşen hayallerin "canlı kanıtını" nasıl hayatta tutacak?
İbrahimoviç gülümserken gizemli bir cevap verdiğini
kendisinin de bildiğini belli eden bir hareketle ellerini iki yana açıyor:
"Bir yolunu bulmak zorundayım. Bekleyelim ve görelim. Beni bilirsiniz. Her
zaman bir yolunu bulurum."
Yazı: Donald McRae
Çeviri: Anıl Can Sedef & Niko Yenibayrak
Yorum Gönder