Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Jordan'ın Anı

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 21 Aralık 1998'de The New Yorker'da yayınlanmıştır.

Bulls’un maçlarını oynadığı Chicago’nun ıssız mahallesi West Side’da bugünlerde yaprak kıpırdamıyor. Işıl ışıl parıldayan yeni arenaları United Center sanki ay yüzeyi gibi sessiz. Uzun milyonerlerle kısa milyonerler veya milyarderlerle milyonerler arasında çıkan bir problem sözleriyle tanımlanan, basketbolcularla takım sahipleri arasındaki anlaşmazlık yüzünden, işveren kısalar lokavt kararı aldı. Bu sebepten Noel öncesi oynanması gereken 12 maç iptal edildi. Bu kış 52’nci sezonuna başlayan NBA, baş döndürücü başarısının kurbanı olmuş durumda. Öyle ki son 20 yılda NBA oyuncularının maaşları yüzde 250 arttı. Lokavtın başlamasına sebep olan olay da yaklaşık bir yıl önce, Minnesota Timberwolves’un genç ve yetenekli forvet Kevin Garnett’in sözleşmesini 126 milyon dolar karşılığında yedi yıllığına uzatmasıyla yaşanmıştı. Anlaşmanın sorumlusu, Celtic efsanesi ve Timberwolves genel menajeri Kevin McHale ligin gidişatından ve kendisinin bu gidişattaki payından hiç memnun değildi: “Altın yumurtlayan bir tavuk bulduk, boğazına çöktükçe çöküyoruz.”

1 Eylül 2015 Salı Leave a comment

Futbol Elçisi: Didier Drogba

Biraz okuyacağınız yazı, ilk olarak  24 Mayıs 2010 tarihinde Sports Illustrated'da yayınlanmıştır.


Didier Drogba, gözlerini kapadığında Fildişi Sahili'nin yağmurlu günlerinde topraktan yükselen kokuyu; sıcak öğlen saatlerinde bulutlarla dolan göğün eşlik ettiği o toprak kokusunu hatırlayabiliyor. Hastane yaptırmak için bir arsa aldığı, doğum yeri Abidjan... 90 metrelik tasvirinin Johannesburg’daki en yüksek binadan insanları selamladığı, bu yaz düzenlenen Dünya Kupası’nın ev sahibi Güney Afrika...  Hatta, Meksikalı bir uyuşturucu baronundan bile daha fazla silahla korunduğu Angola’daki bu gözlerden ırak, toz içindeki yerleşke... Drogba’yı sürekli buralara, Afrika’ya geri getiren şey çocukluk hatıraları.

13 Ağustos 2015 Perşembe Leave a comment

Muhammed Ali'yle Rocky II'yi İzlemek

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 31 Temmuz 1979 tarihinde Chicago-Sun Times gazetesinde yayınlanmıştır

Muhammed Ali’nin malikanesinde; maun ağacından yapılmış mobilyaların, mozaik camların ve nadide Türk kilimlerinin tam ortasındayım. Kocaman bir sivrisinek kulağımın dibinde vızıldayıp duruyor. Sert bir tokatla öldürmeye çalışıyor ama beceremiyorum. Sonra sinek diğer kulağıma geçiyor. Elimi bir kere daha havaya doğru sallıyorum ama kocaman bir boşluğu avlamaya çalışıyor gibiyim. Muhammed Ali kendi kendine gülümsüyor, evin merdiveninin kıvrımlarını inceliyor.

Bakışlarımı yeniden kapıya doğru çevirdiğim anda, sivrisinek tekrar saldırıya geçiyor. Bu sefer iyice dibimde, neredeyse saçımın içinde uçuyor. Bir hışımla ters tarafa dönmemle Ali hain hain gülmeye başlıyor.

30 Temmuz 2015 Perşembe Leave a comment

Arda Turan: Barça Yapbozunun Son Parçası (mı?)

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 7 Temmuz 2015 tarihinde Total Barça'da yayınlanmıştır.

Günlerdir devam eden söylentiler, nihayet resmiyet kazandı. Artık biz Barça taraftarlarına düşen “Hoşgeldin Arda” demek ve yeni oyuncumuza Camp Nou’da güzel bir karşılama yapmak. Çünkü doğru olan bu. Diğer taraftan da gerçek şu ki bu transfer, Katalunya ve birçok başka ülkede kaşların kalkmasına sebep oldu ve transferi sorgulayanların tek dayanak noktası, anlaşmayı yapma kararının geçici Yönetim Kurulu tarafından alınmış olması değil. Çoğumuz, Türk yıldızın oyun içerisinde nasıl bir rolü olacağını ve Luis Enrique’nin takımında kendine nasıl ve nerede yer bulacağını sorguluyoruz. Soru şu: Arda Turan, Barça’ya bir üçleme daha getirecek yapbozun eksik parçası olabilir mi?

8 Temmuz 2015 Çarşamba 2 Comments

Fransa Turu'na Nasıl Hazırlandım?

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 29 Haziran 2014 tarihinde Esquire'da yayınlanmıştır.
İçimdeki suçluluk duygusu huzursuz ediyor. Dün çektiğim ziyafet yüzünden karnım hala tok. Pencereyle odanın karanlığı arasındaki boşluktan sızan gün ışığı, gözlerimi kamaştırıyor; aniden içeri giren aydınlığın alacakaranlığına alışmaya çalışıyorum.

4 Temmuz 2015 Cumartesi Leave a comment

Roger Federer'in Dokuz Raketi

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 29 Ağustos 2014 tarihinde The New Yorker'da yayınlanmıştır.

Geçtiğimiz hafta Salı günü, sabah saatleri. Amerika Açık’ın ikinci günündeyiz. Nate Ferguson ve Ron Yu, Yu’nun Doğu Manhattan’daki otel odasındalar. Ferguson iki büyük yataktan birinin köşesinde otururken, Yu müşterileri Roger Federer’in o gün akşam saatlerinde oynayacağı ilk tur maçı için sipariş ettiği dokuz raketin sonuncusuna kordaj çekiyor. Federer her maç, yeni toplar açıldığında yani ilk yedi oyun ve ardından gelen her dokuz oyundan sonra, raketini değiştiriyor. Dokuz raket, turnuvanın kendisi için açılışı olacak maçta ona yeter, hatta artabilir bile. Hazır haldeki diğer sekiz raket, odadaki şifoniyere dayalı şekilde sıraya dizilmiş. Her birinin boğazına yapıştırılmış küçük beyaz bantta raketin kordajlandığı tarih ve kordajın tansiyon değeri yazıyor. Federer  önceki akşam attığı bir mesajla taleplerini ayrıntılı biçimde Yu’ya iletmiş: Üç raketin tansiyon değeri 26 kg (Ferguson açıklıyor: “Roger bu işin pound değil kilogram hesabıyla yapılmasını istiyor”), beşi 26.5 ve biri de 27 kg olacak şekilde kordaj çekilecek.” Makaralar dolusu raket teliyle rulo rulo bant şifoniyerin üstüne saçılmış.

29 Haziran 2015 Pazartesi Leave a comment

Güzel Oyuncu: Andrea Pirlo

Birazdan okuyacağınız yazı, 5 Haziran 2015 tarihinde Football365.com'da yayınlanmıştır.

Andrea Pirlo’nun kariyerinde, Juventus formasını giymeye başladığı günden bu yana beklenmedik bir rönesans yaşanıyor. İtalyan oyuncu, futbol dilencileri için bir simge haline geldi. Hem de hiçbir olumsuz çağrışıma mahal vermeden... Peki, bunu nasıl başardı?

6 Haziran 2015 Cumartesi Leave a comment

Dream Team: Tarihin En Büyük Seyircisiz Maçı

Birazdan okuyacağınız yazı, Jack McCalum'un Dream Team kitabının giriş kısmı ve 28'nci bölümünün çevirisidir.

“Yaşım ilerledikçe yeni şeyler daha az, zamana göğüs geren şeyler daha çok ilgimi çekiyor.”
-JAMES HYNES

“Uçmaktır yaşamak
Yerde ve gökte
O zaman, silkele kanadındaki tozları
Uyan bu derin uykudan.”
-TOWNES VAN ZANDT

“Angola neresidir bilmem. Ama Angola ayağını denk alsın.”
-CHARLES BARKLEY

18 Mayıs 2015 Pazartesi Leave a comment

"Anne! Bak, Nerede Oynuyorum!"

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 8 Mayıs 2015 tarihinde Sports Illustrated'da yayınlanmıştır.

Houston’lı olanı da var, Compton’da büyüyeni de, Iowa’nın küçük bir kasabasından ya da Michigan’dan geleni de... Her biri anne olmadan önce birer sporcuymuş. Tennis, basketbol oynamışlar ya da atletizm pistlerinde yarışmışlar. Showtime Lakers’ı, Bad Boys Pistons’ı izlemişler. Magic ve Isiah’a hayran olmuşlar. Hamile kalıp tüm zorluklara rağmen çocuklarını doğurmuşlar. Hastane yatağında, çocuklarını nihayet kucaklarına aldıklarında küçük ellerine bakıp duygulanmışlar. Babasının yokluğunda o küçük oğlanı büyütmek de, o yokluğu açıklamak da onlara kalmış. İlk basketbol toplarını alan da ellerinden tutup takıma yazdıran da onlar olmuş. Tekrar tekrar yapılan smaçlar yüzünden kırılan küçük potaları yenisiyle değiştirmekten asla yılmamışlar. Oğullarına şut atmayı, top sürmeyi öğretmişler. “Bu çocuk çok iri” diye şikayet edenleri susturmak için doğum belgesini sürekli yanlarında taşımışlar.

İşyerleri hep uzakta, mesaileri hep uzunmuş. Evin kredisini ödeyebilmek için fazla vardiya yapmaktan başka çareleri de yokmuş. Arabaları yoksa otobüse binmişler, otobüse binecek paraları da yoksa yürümüşler. Restoranlardaki en ucuz kampanya menüleri ezberlerindeymiş. Uyuşturucu tacirinin oğlu yeni Jordan’larıyla mahallede yürürken, bir çocuğun istediklerini başka şekilde elde edebileceğini anlatan da yine onlar olmuş. Draft’ları izleyip genel menajerlerden hayali telefonlar almışlar. O zaman bunlara gülüyorlarmış tabii ama maçları izlerken mideleri öyle bir sancıyormuş ki ülser olmaktan korkmuşlar ve hepsi de içten içe, bir gün NBA’in kapılarını çalacağını biliyormuş.

10 Mayıs 2015 Pazar Leave a comment

Jose Mourinho - The Telegraph Röportajı

Birazdan okuyacağınız röportaj, 9 Nisan 2015 tarihinde The Telegraph'ta yayınlamıştır


Chelsea menajeri Jose Mourinho sözlerine “Bence,” diyerek başlıyor. “Bir sorunum var: O da bu işe başladığım günden bu yana yaptığım her şeyde daha da iyiye gidiyor olmam. Pek çok farklı alanda evrim geçirdim. Oyunu daha iyi okuyor, maçlara daha iyi hazırlanıyor, daha iyi antrenman yaptırıyor, metodolojiyi daha iyi biliyorum. Giderek daha iyi olduğumu hissediyorum. Ama bir konu var ki onda değişebilmem mümkün değil: Medyanın karşısında asla ikiyüzlü davranamam.”

Mourinho istatistiksel açıdan dünya futbolunun en başarılı kulüp menajeri. Çalıştığı dört ülkenin tamamında şampiyonluklar yaşadı. İki kez Şampiyonlar Ligi’ni kazandı. Ama tüm bunlar başarılarının ancak yarısına denk geliyor. Mourinho dünya futbolunun kitleleri en fazla ikiye bölen figürü. Rakip taraftarları onun kadar gıcık etmeyi başarabilen bir teknik direktör daha yok. Hakemlere, federasyona dalaşıyor; sansasyonel basın toplantıları yapıyor, saha kenarında arbede çıkarıyor: Futbolu falan boşverin, tek başına Mourinho’yu izlemek bile kendi içinde bir spor sayılır.

9 Nisan 2015 Perşembe Leave a comment

Soyunma Odalarında Geçen Hayatım

Birazdan okuyacağınız yazı 24 Kasım 2014 tarihinde Deadspin'de yayınlanmıştır.
İnsanların ilk sorduğu sorunun penislerle ilgili olduğu nadir işlerden birine sahibim. Pekâlâ, ilk gördüğüm Reggie Jackson’nınkiydi. Ve evet, dehşete kapılmıştım. 22 yaşındaydım ve Fort Worth Star-Telegram için spor haberleri yapan ilk kadın muhabir olmuştum. O zamana kadar sadece ufak tefek işlerde görev alıyordum: Lise maçları, baba-kız çiftler takımları ve Hacky Sack gösterileri gibi... Ama Eylül ayının sonlarında editörüm, benden Bay October lakaplı bu oyuncuyla, play-off’lara kalamamanın nasıl bir his olduğuna dair bir röportaj yapmamı istedi.

Hemcinslerimle ilgili bazı hikâyeler duymuştum: Bazı meslektaşlarım  kulüp  binasının kapısında kasten bekletildikleri hissine kapılmıştı. Sizden not defterinize asla bakmamanız bekleniyordu. Aksi takdirde oyuncu, onun kasıklarına baktığınızı düşünebilirdi. Her zaman hazır cevap olmalıydınız. Ukala cevaplardan çok iyi haberler yapmakla ilgilenseniz bile, bu gerçek değişmiyordu.

8 Mart 2015 Pazar 1 Comment

Ronnie O'Sullivan'la Öğle Yemeği

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 11 Ekim 2013 tarihinde Financial Times'da yayınlanmıştır.

Londra'nın Canary Wharf bölgesinde yer alan Roka adında şık bir Japon-füzyon restoranındayım. Öğle tatilinde sohbet edip yemek yemeye gelmiş bankacılarla dolu masaların arasında dünyanın en yetenekli ve en karmaşık sporcularından birini bekliyorum. Snooker'ın toplamda beş kez en büyüğü olmayı başaran Ronnie O'Sullivan, daha önce de birkaç kez geldiği bu restoranda, bu kez son Dünya Şampiyonu unvanıyla oturuyor. 37 yaşındaki efsane, yumuşak bir Essex aksanıyla neden burayı seçtiğini anlatıyor: "Burası evime çok yakın ve yemekleri de çok güzel." Tam o sırada gözü, yakınlardaki bir masaya servis edilen kabuklu kaplan karidesine kayıyor.

Snooker masasını nefes kesici bir hızla temizleyebilmesi nedeniyle Roket lakabıyla anılan O'Sullivan, pek çoklarınca oyunun gördüğü gelmiş geçmiş en yetenekli oyuncu olarak kabul ediliyor. Başka hangi oyuncu bir yıl boyunca profesyonel snooker oynamamış olmasına rağmen geri dönüp takvimin en prestijli turnuvasını, Sheffield'daki Dünya Şampiyonası'nı kazanabilirdi ki? Roger Federer'in tenise bir yıllık bir ara verdikten sonra Wimbledon'ı kazandığını hayal edin...

18 Şubat 2015 Çarşamba Leave a comment

Rafael Nadal

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 10 Ocak 2014 tarihinde Financial Times'da yayınlanmıştır.

Rafa Nadal inanmıyor. Asla inanmadı ve hiçbir zaman da inanmayacak. Ve ona göre başarısının, yani; 2014 sezonunu Avustralya Açık'ta dünya bir numarası olarak açmasının, 13 grand slam şampiyonluğu kazanmasının ve dünyanın en sevilen ve başarılı sporcularından biri olmasının sırrı, bu inançsızlık.

Peki inanmadığı şey ne? Thames Nehri'nde tekne gezintisi yaptığımız bir gece yarısı anlatmaya başlıyor: "Övgülere, başarıya. İnsanların düşündüğü ya da rakamların söylediği kadar iyi olduğuma." Neden? "Çünkü inandığım an, her şey biter. Ben biterim." Bitmek mi? "Evet."

9 Şubat 2015 Pazartesi 1 Comment

Çevirmenin Notu #2

Uzun bir aradan sonra selam. Hoşbeşi kısa tutup direkt konuya girelim: Vermek zorunda kaldığımız bu uzun aradan biz de sizin kadar memnuniyetsizdik. Ama bir yandan iş güç, diğer yandan birkaç yeni gelişme blog'un ritmini biraz yavaşlattı. İş güç (ya da okul), herkesinki gibi, bir yoğunlaşıyor bir rahatlıyor. Bu konuda pek anlatılacak bir şey yok.

Ama Yazıhane'ye katılmamızın bazı okurların kafasını karıştırdığını fark ettik. Dolayısıyla bu konuda birkaç şeyi netleştirmek gerekiyor: Şota'nın Tercümanları blog'u bitmedi ve umuyoruz ki uzun bir süre de öyle bir şey olmayacak. Türkçe Meali, Yazıhane işbirliğiyle oluşturduğumuz, (yine yabancı spor yazılarının çevirisini kapsayan) yeni bir fikir. Sayfa tasarımındaki fark, zaten dikkatinizi çekmiştir ama içeriğin farklılığı da zamanla daha iyi anlaşılacaktır diye umuyoruz.

Kısacası: Spor yazıları okumayı seviyorsanız bir gözünüz burada, diğeri Türkçe Meali'nde olsun. Daha uzun bir zaman ikisinde de ilginizi çekecek şeyler olmaya devam edecek.

8 Şubat 2015 Pazar Leave a comment

Dennis Bergkamp: Benim Hikayem - Şef


28 Eylül 2002’de, üç buçuk yıl önce şampiyonluğu kaybettiği Elland Road'a o günkünden çok farklı bir havayla geri dönen bir Arsenal takımı vardı. Leeds taraftarı misafir takımı alkışlara boğuyordu. Yorkshire'lılar da herkes kadar futboldan anlıyor ve takımlarını 4-1'lik skorla darmadağın eden güçlü, teknik ve yenilikçi oyunun hakkını vermekten çekinmiyordu. Ev sahibi takımın taraftarları Topçular'dan imza almak için sıraya girerken Leeds teknik direktörü Terry Venables, yeni Arsenal'in önceki 10 yılda ligi hakimiyeti altına alan Manchester United'dan çok daha iyi olduğunu ve onların ancak 70'lerin başındaki muhteşem Ajax takımıyla karşılaştırılabileceğini söylüyordu.

O Arsenal kadrosunun Yenilmezler lakabıyla anılması için o günlerin üzerinden iki yıl geçmesi gerekecekti ama onlar neredeyse her hafta futbol tarihine yeni sayfalar ekliyordu. 2001-02 sezonunu duble yaparak kapatan Yenilmezler, Leeds'teki skorla beraber üst üste 47 maçta gol atıyor ve art arda 22. deplasman maçından yenilgisiz ayrılarak Chesterfield ve Nottingham Forest'ın paylaştığı rekoru tarihe gömüyordu. İzleyenlerin çoğu Arsenal'in rahatlıkla ligi kazanacağını düşünüyordu (ama sezon sonunda haksız çıkacaklardı) . BBC'nin web sitesi ise daha o günlerde klişe haline gelen bir soruyu manşetten soruyordu: "Arsenal, İngiltere tarihinin en iyi takımı mı?" Arsene Wenger, o dönem boyunca büyük oyun planının neredeyse mükemmel biçimde uygulanıyor olmasına dikkat çekmemeye özen gösterse de o maçtan sonra takımının tüm sahada pozisyonları değişip her bölgeden tehlike yaratarak "harika bir futbol, Total Futbol" oynadıklarını söyledi.

5 Ocak 2015 Pazartesi Leave a comment

« Önceki Kayıtlar Daha Yeni Kayıtlar »
Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler