Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Ronnie O'Sullivan'la Öğle Yemeği

Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 11 Ekim 2013 tarihinde Financial Times'da yayınlanmıştır.

Londra'nın Canary Wharf bölgesinde yer alan Roka adında şık bir Japon-füzyon restoranındayım. Öğle tatilinde sohbet edip yemek yemeye gelmiş bankacılarla dolu masaların arasında dünyanın en yetenekli ve en karmaşık sporcularından birini bekliyorum. Snooker'ın toplamda beş kez en büyüğü olmayı başaran Ronnie O'Sullivan, daha önce de birkaç kez geldiği bu restoranda, bu kez son Dünya Şampiyonu unvanıyla oturuyor. 37 yaşındaki efsane, yumuşak bir Essex aksanıyla neden burayı seçtiğini anlatıyor: "Burası evime çok yakın ve yemekleri de çok güzel." Tam o sırada gözü, yakınlardaki bir masaya servis edilen kabuklu kaplan karidesine kayıyor.

Snooker masasını nefes kesici bir hızla temizleyebilmesi nedeniyle Roket lakabıyla anılan O'Sullivan, pek çoklarınca oyunun gördüğü gelmiş geçmiş en yetenekli oyuncu olarak kabul ediliyor. Başka hangi oyuncu bir yıl boyunca profesyonel snooker oynamamış olmasına rağmen geri dönüp takvimin en prestijli turnuvasını, Sheffield'daki Dünya Şampiyonası'nı kazanabilirdi ki? Roger Federer'in tenise bir yıllık bir ara verdikten sonra Wimbledon'ı kazandığını hayal edin...

Birçok snooker izleyicisi gibi ben de sporun çok sıkı bir takipçisi olmamama rağmen büyük bir Ronnie hayranıyım: O, bu oyunun son büyük numarası; 18 milyon insanın Alex "Hurricane" Higgins ve Jimmy "the Whirlwind" White'ı izlemek için televizyon başına geçtiği eski günlerden kalan bir hatıra. Ama sohbetimize başlarken tedbiri elden bırakmıyorum. Konuğumun ortalığı karıştıran sözler söylemek konusunda haklı bir ünü var. Öyle ki, oynarken büyük bir yetenekle kutsandığını her fırsatta belli ettiği bu oyundan, zaman zaman nefret ediyormuş gibi gözüktüğü bile oluyor.

Hatta buluştuğumuz hafta bile bir yaygara koparmayı başarmıştı: Önce şikenin snooker'da sanılandan daha yaygın bir iş olduğunu iddia edip birkaç gün sonra da sözlerini geri aldığını açıkladı. Dünya Şampiyonası finalini kazanmasının ardından özür dilercesine bir tonda şöyle diyordu bu kez de: "Beni artık herkes tanıyor. Denizdeki kayıklar gibi bir o yana bir bu yana sallanıyorum işte."

Bugün ise açık sözlü ve rahat bir havası var, çalkantılı mizacından eser yokmuşçasına sakin görünüyor. Pot yaparcasına bir süratle yemeklerimizi sipariş etmeye başlıyor. dönüp bana bakmadan evvel garsona soruyor: "Büyük karideslerden istiyoruz, soyulmuş olacak, biliyorsun değil mi? Görüntüsü çok hoşumuza gitti. Başka ne istersin? Kırmızı et, balık?" İçinde ananas olmayan her şeyi yiyebilirim diyorum.

"Tamam o zaman" diyor, "deniz ürünlerinizden istiyoruz. Mezgit, evet buranın mezgiti çok güzel. Siyah mezgitti, değil mi? Ne dersin, ondan isteyelim mi? Pirinç sever misin?" O'Sullivan'ın annesi Birmingham'a göç etmiş İtalyan kökenli bir aileden geliyor. Ronnie'nin masasındaki misafire gösterdiği bu endişeli ve gösterişli özeni de annesinin köklerine bağlıyorum. O ise hâlâ beni düşünüyor: "Bunlarla doymazsan, birkaç şey daha sipariş ederiz."

Garsonun şarap önerisini reddediyor, yeşil çay içecek. Yeşilaycı falan olduğundan değil ama geçmişte alkol ve uyuşturucu konusunda bazı sorunlar yaşamış. Piyasaya yeni çıkan otobiyografisi Running'in ismini bu eski bağımlılıkları atlatmasına yardımcı olan yeni takıntısından ilham alarak koymuş. Adsız Alkolikler ve Adsız Narkotikler toplantılarına katıldığını açık yüreklilikle söylüyor. Hatta zaman zaman yoldan çıkıp "keyif yaptığını" da itiraf ediyor.

Bu "keyif yapmanın" tam olarak ne anlama geldiğini sorduğumda manidar bir gülümsemeyle cevap veriyor: "Şöyle... Kendime yılda birkaç kez izin veriyorum. Bir, belki iki, belki de üç gün sürüyor ve içimdekileri atıyorum." Ve sorun olmuyor mu yani, bunu kontrol edebiliyor musun? "Yani, aslında böyle şeyler yapmamam gerek. Ama yaptıklarım konusunda kendimi sınırlamamak gibi bir felsefem var. Tek bildiğim koşmaya devam ettiğim takdirde, hem kendimi sınırlamamış oluyorum hem de diğer sorunlarımla başa çıkmayı başarıyorum."

Bu koşma alışkanlığı, 10 yıl önce Epping Ormanı'ndaki çamurlu pistlerde gerçek atletlerle birlikte 12-13 km'lik antrenmanlar yaparken başlamış. Şimdi haftada 50 kilometreye yakın koşuyor. Altı kilo kadar fazlası olduğunu söylemesine rağmen, dar kesim kot pantolonu ve kapüşonlu siyah hırkasıyla gayet formda gözüküyor.

"Yemek yemeyi çok seviyorum, her zaman böyleydim" diyor garsonumuz elinde iki mantı tabağıyla masaya doğru geldiğinde. Tabaklardan birinde dana etli, zencefil ve susamlı mantılar; diğerinde acılı ıstakoz ve siyah mezgitli olanlar var. "Annem aslen Sicilyalı. O yüzden sürekli, sürekli, sürekli makarna yiyip duruyorum. Annemin ailesindeki herkes de zeplin gibi zaten." Bunu söyledikten sonra çubuklarıyla ağzına kocaman bir mantı atıyor. Lokmasını çiğnerken sözlerini sürdürüyor: "Anlayacağın, formuma cidden dikkat etmem gerek. Yoksa şişko domuzlara benzerim."

Son kalan ıstakozlu mantıyı ona bırakmaya çalışıyorum ama yemem için ısrar ediyor: "Lütfen sen ye, daha bunlardan bir sürü gelecek."

*

Canary Wharf'ın kuzeydoğusundaki Chigwell adlı bir banliyö mahallesinde, rahat bir ortamda büyüyen Ronnie, hâlâ aynı yerde yaşıyor. Çocukluğunda, yedi kez Dünya Şampiyonu unvanı bulunan İskoç oyuncu Stephen Hendry'ye hayranmış. Babası evin bahçesinin hemen yanına ona özel bir snooker odası yapmış ve bu oyunda "harika çocuk" olduğunun anlaşılması uzun sürmemiş: İlk 100'lük serisini 10 yaşında yapan küçük Ronnie, 15 yaşında 147 yaparak bunu başaran en genç oyuncu olarak kayıtlarda yerini almış. İlk sıralama turnuvasını kazandığındaysa henüz 17 yaşındaymış ve bu unvanı kazanan en genç oyuncu (yine) o olmuş. O'Sullivan'ın bir başka The Rolling Stones üyesi Ron Wood aracılığıyla tanıdığı Keith Richards ona "snooker'ın Mozart'ı" lakabını uygun görmüş.

O ise bu fikre gülüyor. İlk 100'lük serisini yaptıktan kısa süre sonra Mozart'ı küfürbaz ve kibirli bir maestro olarak beyazperdeye aktaran Amadeus filmini izlemiş. "İzlediğim en iyi film. Mozart'a baktığımda onunla ilgili anormal hiçbir şey olduğunu düşünmüyorum. Bence o, sadece kendini ifade ediyordu."

Bu sözlerine rağmen insanlar onu bir dahi olarak tanımladığında da gülmekten kendini alamıyor. "Kendimi yetenekli bir insan olarak görmüyorum" diyor. "Hiçbir zaman en yetenekli oyuncu olmadım, her zaman çok çalıştım." Kulaklarıma inanamıyorum: Karşımdaki bu adam, 1997 Dünya Şampiyonası'nda beş dakikadan biraz uzun bir sürede 147'lik maksimum seriyi yapmayı başarmış bir snooker oyuncusu.

Bir yandan da, zaman zaman içinden şöyle şeyler dediğini de kabul ediyor: "Vay be. Hiç kimsenin yapamadığı potları yapabiliyorum. Ve bu potları denerken, benden başka kimsenin bu vuruşları yapmayı denemeye cüret bile etmeyeceğini biliyorum. Demek istediğimi anlıyor musun? Bu, bana heyecan veriyor."

İki kase pirinç pilavı ve küp küp kesilip Yuzukoşo usülü marine edildikten sonra pişirilmiş büyük kaplan karidesleri geliyor. Denemek için küçük bir parça atıyor ağzına ve sakin bir ifadeyle "Nefismiş" diyor.

O'Sullivan'ın tek bir zayıf noktası var: Mükemmeliyetçilik. Yaptığı muhteşem serilere, zaman zaman yaşadığı büyük çöküşler eşlik ediyor. 2006'da Hendry'ye karşı oynadığı, televizyondan da yayınlanan bir maç sırasında, kendi oynadığı oyuna tahammül edemeyip masayı terk etmesi gibi...

Çubuklarını kasesine daldırırken sözlerine devam ediyor: "Kusursuz oynamak mümkün. Buna hâlâ inanıyorum. Ve bu inancım asla değişmeyecek. Çünkü bazen mükemmel oynamayı başarıyorum ve o anlar hayatımın en muhteşem anları. Hayatım boyunca bu anları yaşamak için çalıştım. Bana ne kadar zarar verirse versin, kusursuz oynamak için didinmeye de devam edeceğim."

Hayatının en iyi oyununu 14 yaşından 16'sına kadar oynadığını, o dönem bir "makine" gibi hissettiğini söylüyor. Babasının onu motive edip kendisinde doğuştan bulunmayan rekabet hissini kişiliğine işlemesi de bu sırada olmuş.

"Ben sadece oynamak istiyordum. Yenildiğim zaman asla kötü hissetmezdim. "Baba bir sonraki turnuvada da oynayabilir miyim" demeye başlardım. Babam beni şöyle bir süzer, söylediklerim yüzünden ceza verirdi. "Kötü hissetmen lazım, senin yüzünden benle dalga geçtiler, kaybettin" derdi." O günleri hoşgörüyle hatırladığını belli eden bir kahkaha atıyor. Adı kendisi gibi Ronnie olan babasını "Dominant, maço bir erkek. Heybetli bir duruşu var. Ama çok da sevimli biri" diyerek tarif ediyor.

Ronnie'nin maddi açıdan rahat ama çok ilginç bir hayatı olmuş. Anne ve babası Soho'da sex shop işletiyorlar. Çocukluğunda babasına gelen para dolu zarfların posta kutusundan düşerken çıkardığı patırtıyı bugün bile hatırlıyor. 1992'de, yani profesyonel olduğu yıl, babası bir gece kulübünde karıştığı bir kavga sırasında işlediği bir cinayet yüzünden hapse girmiş. Hakim, olayın "ırkçı niyetlerle" başladığına hükmetmiş ama O'Sullivan bu kararı defaatle reddediyor.

Ona göre babasının işlediği korkunç suçun sebebi, başkalarının sorunlarını çözme konusunda fazlasıyla hevesli olması. "Sizin için her şeyi yapar. Ne olursa olsun. Kötü yönlerinden biri bu. Bu yüzden hapse düştü. O bir koruyucudur. "Başın beladaysa, benim de başım seninle birlikte beladadır" der."

Baba O'Sullivan 2010'da serbest kalana dek 18 yıl hapiste yattı. Şimdiyse oğlunun evinin biraz ilerisinde yaşıyor. Yokluğu Ronnie'yi zorladı mı? "Raydan çıkmam çok kolay olurdu ama kafamda hep onun sesini duyuyordum: "Formunu koru, şuna dikkat et, bunu yap." Onun sesi hep kafamın içinde bir yerdeydi." Ama 1995'te annesi vergi kaçırma suçundan bir yıl hapis cezasına çarptırılınca yoldan çıktı... "Annem ve babam," (doğru kelimeleri seçmek için bir anlığına duruyor) "buralarda değilken, kendimi içkiye ve bazı maddelere kaptırdım. Çok yiyordum. Dev gibiydim. Snooker masasında çok dağınıktım. Kimseyle rekabet edemiyordum."

İstikrarsızlık, kariyerinin öne çıkan özelliklerinden. Harika çocuk olmasına rağmen ilk kez dünya şampiyonu olması 2001'i buldu. Bunalım ve bitkinlik yüzünden bazı turnuvaları kaçırdı. 1996'da bir hakeme kafa atıp 20 bin pound'luk para cezası aldı. 2008'de snooker için hayati önem taşıyan yeni pazar Çin'de düzenlendiği bir basın toplantısı sırasında oral seksten söz etti.

"Çıldırdığım anlar" diye tanımladığı bu olaylar yüzünden pişmanlık duyuyor mu? "Hayır, kesinlikle hayır. Bunlar benim için öğrenme süreçleri." Arkadaşlarından birini oyuncu odasından çıkarmaya çalışan hakeme kafa atmasını bile bu şekilde görüyor: "Hak etmişti" diyerek kesin bir karşılık veriyor ve sandalyesinde şöyle bir doğruluyor: "Hak etmişti. Ondan özür diledim. "Gerçekten çok üzgünüm dedim ama eve gidip "Oooof" falan diye bağırıp kendimi hırpalamadım. O zamanlar "Mal herifler, kimse bana böyle davranamaz" diye düşünüyordum."

Başka bir garson elinde muz yaprağına sarılmış siyah mezgit filetoyla çıkageliyor. O'Sullivan hayranlığını gizleyemiyor: "Müthiş."

En son yaşadığı düşüş ise, onun için en zoru oldu: Üç yıl evvel, önceki ilişkisinden olan iki çocuğunu (yedi yaşındaki Lily ve altı yaşındaki Ronnie Jr.) görebilmek için bir hukuk mücadelesi vermek zorunda kaldı. Çocukları görmesine izin verilen günleri kaçırmamak için bazı turnuvaları kaçırdı ve snooker yöneticilerinin gittikçe artan homurdanmalarına katlanmak zorunda kaldı. Bir noktada koşmayı da bıraktı ve panik ataklar geçirmeye başladı. Hâlâ insomnia yüzünden uyumakta zorlanıyor. 17 gün süren 2013 Dünya Şampiyonluğu yolunu günde üç saat uyuyarak yürümeyi, nasıl olduysa, başardı.

"Gerçekten harika bir turnuva ama bazen kendi kendime "S*ktir et ya, yine bununla mı uğraşacağım" diyorum. Odamdayım, üstümde şort, tişört oturuyorum. Dağılmış haldeyim. Dışarı çıkmak istemiyorum. Çünkü korkuyorum ve sinirlerim bozuk. Çünkü insanlar benle konuşmak için uğraşacak, "Ooo Ronnie, evet evet, harika oynuyorsun" falan diye geveleyecekler. Ben de içimden "Şu an bağırmak istiyorum" diye söylenip duracağım. Dediğimi anlıyor musun?"

Duygularının yüzeye çıkmasına çok az kaldığı kolaylıkla fark ediliyor. "Son 3-4 yılda hayatımın geri kalanının toplamından daha fazla ağladım. Bu gözyaşlarının çoğu çocuklarım içindi. Onları tüm kalbimle seviyorum. Onlarsız yapamam ve her zaman onların yanında olacağım. Ama tüm bunlara rağmen, korkunç bir tecrübe yaşadım ve onlarla biraz olsun vakit geçirebilmek için bir savaş vermek zorunda kaldım."

Sesi önce incelip sonra çatallaşıyor, gözleri doluyor. Birden hıçkırmaya, oturuşunu düzeltip beyaz mendiliyle gözlerini kurulamaya başlıyor. Ortamı biraz yumuşatmaya çalışıyorum ama başaramıyorum. Şaşkınlıkla, şu an adeta Financial Times'ın Piers Morgan'ı olduğumu fark ediyorum.

"Benim hatam" diyor, derin bir nefes alıp mendilini aşağı indirirken. "Bunu hiç kimseye anlatmamalıydım. Böyle olmasını beklemiyordum. Başa çıkabilirim sanıyordum. İyiyim, sorun yok, iyiyim falan diyorsun ama insan etkileniyor. Çocukların var, nasıl bir his olduğunu bilirsin: İnsan, çocukları için gerekirse ölür." Ronnie, bu sözleri içtenlikle söylüyor.

Çubuklarıyla ağzına biraz mezgit ve pirinç tıkmasıyla birlikte rolleri değişiyoruz: Ona bakarken, içimden "Aferin Ronnie, balığını güzelce ye, karnını doyur" dediğimi fark ediyorum.

"Ne komik, değil mi" diyerek kendini topluyor. "Artık benim için hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi geliyordu. Kontratıma koydukları kuralların, bedellerin beni baskı altına almaktan başka bir işe yaramadığını sanıyordum: Şimdi umurumda bile değil. Umursamıyorum, ne istiyorlarsa alsınlar. Mutluyum. Başarmak istediğim her şeyi başardım."




Geçen yılki Dünya Şampiyonası'nda oğlunun seyircilerin arasından çıkıp zaferini onunla paylaştığı an, kendini zirvede hissetmiş: "Benim için o an, her şey bitmişti. Kanıtlayacak hiçbir şey yoktu. Onu görebilmek için, orada olup finali izleyebilmesi için çok mücadele etmiştim. O an nasıl hissettiğimi hayal bile edemezsiniz."

Bir garson yeşil çayını tazelerken, bana dönüp "Bir şeyler daha yemek istersin, değil mi? Tabii, daha doymadın" diyor. Menüyü isteyip acı, limon ve sarımsak soslu tavuk istiyoruz. Yemeğimiz masaya geldiğinde; Roket, o bildiğimiz soğukkanlı görüntüsüne dönmüş durumda. Pilavından kalanları bana ikram ediyor. Ardından tatlılara geçiyoruz: Bana liçi sorbesi, ona da muz karameli soslu Japon krepleri sipariş ediyoruz.

40'lı yaşlarına doğru geldiği şu günlerde, kariyerinin en iyi oyununu oynadığını o da biliyor. Ruh halindeki ani dalgalanmalarla başa çıkmasına yardımcı olan psikolog Steve Peters'ın bu konuda yaptığı katkıyı her fırsatta vurguluyor. Hayatı da şu sıralar iyi gidiyor. Çocuklarını düzenli olarak görüyor. Bu yılın başında, aktris Laila Rouass'la nişanlandı. Ancak tatlı konusunda şansı yaver gitmiyor: Önüne aşırı tatlı, yapış yapış bir bulamaç koyuyorlar. Birkaç kaşık alıp bırakıyor. "Denemek ister misin? Hadi, al biraz. Al al, yarısını sen ye." İkram ettiği kısmı mideme indirirken, bu öğle yemeğinin oburu rolüne iyice alışmış durumdayım.

Damien Hirst'ün mutfaktaki marifetlerini anlatmaya başlarken yemeğin de sonuna yaklaşıyoruz. O'Sullivan'ın snooker sever sanatçıyla olan yakın dostluğu pek çoklarınca biliniyor. Bir de pişmanlık duyduğu "çılgın bir anını" hatırlıyor: Stephen Hendry'yi (yani snooker'ın en büyük oyuncusu unvanı yolundaki tek gerçek rakibini) "İskoçya'daki zavallı, küçük yaşamına döndürmekle" tehdit ettiği o an. Hendry bu yüzden onunla birkaç yıl konuşmamış. "Bu, büyük olasılıkla yaptığım en kötü şeydi. Çünkü o benim kahramanımdı."

Boş tabaklar götürüldü, masa temizlendi. "Fena değildi, değil mi" diyor. "Bir an kendime hakim olamadım, kusura bakma. Biraz utanç verici oldu."

Onu rahatlatmak için, "Endişelenme" diyorum. Birkaç damla gözyaşı utanılacak bir şey değil. "Federer de ağlıyor, değil mi" diye soruyor neşeli bir sesle. Sıkı bir tenis takipçisi: Kortların çalışkan adamı Nadal'ı ne kadar seviyorsa büyücü Federer'e de o kadar hayran: Sıkı çalışma ve deha. 

"Umarım karnın doymuştur" diyor kalkarken...

*

Restoran: Roka, 40 Canada Square London E14 5FW

HESAP

Kaplan karidesleri 18.90£
Brokoli shinme 4.90£
Yuzu miso sosunda siyah mezgit 29.60£
Acılı tavuk 13.90£
Portobello mantarı 5.90£
Karides ve siyah mezgitli mantı 12.60£
Dana etli, zencefilli ve susamlı mantı 6.90£
İki tabak buharda pişmiş pirinç 5.20£
Dorayaki krebi 7.90£
Sorbe 2.50£
İki bardak yeşil çay 2.50£
Soda 3.90£

Toplam (servis ücreti dahil) 132.98£


Yazı: Ludovic Hunter-Tilney

Çeviri: Anıl Can Sedef & Niko Yenibayrak

18 Şubat 2015 Çarşamba

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler