Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Roger Federer Bile Yaşlanıyor

Bu yazı ilk olarak 27 Ağustos 2016 tarihinde, New York Times'da yayınlanmıştır.


Bir çıt sesi duymuş. Roger Federer, 2016 sezonunun büyük bölümüne mal olan diz sakatlığını işte böyle fark etmiş. Tam da kızlarına banyo yaptırdığı sırada… Tabii, Roger Federer söz konusuysa bunun muhteşem bir banyo olduğunu, hatta tüm zamanların en iyi banyosu olduğunu; sıcaklığın mükemmel bir biçimde ayarlandığını, baloncukların kusursuzca uçuştuğunu ve lavanta kokusunun her yanı sardığını da hayal etmek zorundayız. Sonuçta, öylesine birinden değil Roger Federer’den bahsediyoruz.

Ama sonra… Şöyle yana doğru bir dönmüş (daha sonra medyaya o anı anlatırken “hayatım boyunca milyonlarca kere yaptığım bir hareketti bu” diyecek) ve kaşlarının arasında hiç de Federer efsanesine uygun olmayan bir endişe kırışıklığı belirmiş. Neydi şimdi bu ses? Çıt.

Eski bir Federer hayranı olarak, sonrasında yaşanan olaylar silsilesini kafamda belli belirsiz bir korkuyla canlandırıyorum. Kaşların çatılışı… Bembeyaz mermer ve Rönesans tablolarıyla kaplı banyodan çıkarken, hafifçe aksayışı… Doktora gidişi… Akabinde, teşhis: kıkırdakta yırtık. Şubat ayında operasyon ve sonrasında gelen verimsiz, yarım yamalak bir sezon: Yalnızca 18 maç, 0 final, ilk 10'da yer alan tenisçilere karşı 0 galibiyet.

Federer,Temmuz ayında Fransa Açık’ı kaçırıp ardından da Wimbledon yarı finalinde Milos Raonic’e kaybettikten sonra, sezonun geri kalanında dizinin tam olarak iyileşmesi için (bu hafta başlayacak Amerika Açık da dahil olmak üzere) korta çıkmayacağını açıkladı. Efsane, 1999’dan bu yana ilk kez Flushing’deki ana tabloda yer almayacak. Bu, söz konusu 17 yılda ikinci kez bir Grand Slam kaçıracağı anlamına geliyor.

Ancak ben kendime faniliğin ölçüldüğü o büyük tabloda bir diz sakatlığının çok da önemli olmadığını söyleyip duruyorum. Federer de birkaç yıl daha kortta olmak istediğini ve iki Grand Slam kaçırmanın bu hedefe ulaşamayacağı anlamına gelmediğini söylüyor. Ona göre bu durum, 2009’dan bu yana oynadığı neredeyse muhteşem tenisin zirvesinden düşüp, oyun üzerinde kurduğu kesin ama nezaket dolu hâkimiyetin sona ereceği anlamına da gelmiyor.

Yine de bu sakatlık, sıradan bir tenis sakatlığından farklı. Sezon mahveden, operasyon gerektiren ve bir oyuncunun artık eskisi gibi oynayamayacağını düşündüren büyük sakatlıklardan bile farklı. Bir aydır neden böyle düşündüğümü anlamaya çalışıyorum. Bu ay yaşanan iki küçük ama önemli Federer anı bana yolumu bulmamda yardımcı oldu.

İlki 20 Ağustos’ta, David Foster Wallace’ın “Kutsal Bir Deneyim Olarak Roger Federer” yazısının 10’ncu yıl dönümünde yaşandı. Yayınlandığı günden bu yana geçen 10 yıl boyunca bu yazı her aklıma geldiğinde hiddet veya hayranlıkla doldum (ki herhalde tüm büyük eserlerin ortak noktasıdır bu).  Tabii ki, hislerim ne olursa olsun, bu yazının Federer algımızı en çok şekillendiren eser olduğu gerçeği değişmeyecekti.

Wallace yazıda gerçek olamayacak kadar cüretkâr, zamana karşı duramayacağı baştan belli ve tüyler ürpertecek kadar güzel bir fikir ortaya atıyor: İzleyici karşısında yapılan yüksek seviye sporların estetik, hatta bir anlamda ulvi bir işleve sahip olduklarını ve seyircinin kendi vücudunun sınırlarıyla uzlaşmasını sağladıklarını söylüyor. Bedenimiz yaşlanıyor, bozuluyor, hastalanıyor, acı çekiyor ve ölüyor. Ama Federer’i zirveye çıktığı anlarda izlerken, diyor Wallace, acılar veya zaaflarla gölgelenmeyen bedensel bir özgürlük yaşamanın nasıl bir şey olacağını hayal ediyoruz ve bu sayede varlığımızın fani olduğu gerçeğiyle başa çıkabiliyoruz.

Wallace’ın 2006’da yaptığı “bir kısmı etten ve bir kısmı (ne hikmetse) ışıktan bir varlık” tanımını okuduktan sonra, Federer’i yalnızca bir tenis oyuncusu olarak görmek, hatta yalnızca muhteşem bir tenisçi olarak görmek zordu. Gelmiş geçmiş en iyisi olduğunu düşünmek dahi yetmiyordu. Zaman zaman ben de dahil olmak üzere, pek çok tenis sever için o, bunlardan çok daha fazlasına dönüştü. O, adeta soyut bir yasa, sporun insana verdiği kendini aşma potansiyelinin yaşayan bir simgesi haline geldi artık.

*

İkinci an: Mercedes, Federer’in tenisin farklı dönemlerinde dolaştığı yeni bir reklam yayınladı. İzlediniz mi? O kadar komik ki. Federer elinde tahta bir raket, üzerinde örgü bir kazak, eski tip bir haber bandında karşımıza çıkıyor önce, sonra yanında duran ince bıyıklı bir dükle tokalaşıyor. Ardından kaygısızca Rod Laver’a karşı oynayıp, üstü açık kırmızı spor arabasını Eyfel Kulesi'nin önüne park ediyor. Sonunda 70’lerin kötü çocuğu olup çıplak pozlar veriyor, kortta da McEnroe’yu hatırlatan haykırışlarla öfke nöbetleri geçiriyor.

Reklamla Federer’in bir tenisçi olarak göz kamaştırıcı uzun ömürlülüğü vurgulanıyor. Ama fikir aynı zamanda komik de: Çünkü Federer’in lüks ürün reklamlarındaki personasını, zamandan bağımsız, asla modası geçmeyen adam imajını absürtlük seviyesinde abartıyor. Çünkü Rolex veya Mercedes alan insanlar, günlük modanın ötesinde bir geleneğin parçası olduklarına inanmak istiyorlar.

Ve, işte karşınızda eskimeyen Fed. Müstehzi ve bilge gülümsemesiyle size “klas” ve “zarafet” gibi değerleri hatırlatıyor ki sanırım piyasa değerlerinin sonsuza dek süreceğini söylemek yanlış olmaz.

Dönemler başlar ve biter, diyor reklamlar, ancak Federer her zaman Federer olarak kalacak ve bir Mercedes her zaman güzel gözükecek.

*

Federer’i insan bedenini aşan bir varlık olarak tarif eden bir yazının, zamanı aşan bir insan olarak tarif eden reklamların yayınlandığı bir çağda, gerçek dünyadaki Federer’in tenis gündemine ev işi yaparken sakatlandığı haberiyle düşmesi (en azından) bana biraz dokunaklı geliyor. Ve sıradan bir sakatlık vakası da değil bu bahsettiğimiz; yaşlı bir adamın, bir babanın başına gelebilecek türden bir sakatlık bu.

Federer’in banyo sonrası yaşadığı o talihsiz olay, sıradan bir spor olayından bence farklı. Çünkü birkaç yıldır efsanenin personasına sızmaya başlayan o huzursuz gerginliğin yüzeye çıktığı anlamına geliyor: Gerçek dünyada gün geçtikçe yaşlanan bir oyuncu, yüce ve değişmez şampiyon imajını nasıl ayakta tutabilir?

Federer uzun zamandır sürdürdüğü istikrar ve başarı dolu çizgisiyle bu sorunu görmezden gelmesi kolay bir hale getiriyordu. Belki tartışmasız en iyi değildi ama kendimize hala en iyilerden biri olduğunu söyleyerek, düzenli olarak yarı finallerde oynadığını görerek rahatlayabiliyorduk. Büyük turnuvalarda zirveye çıkamasa da son turlara kadar devam edebilen bir oyuncu, gerçekten düşüşte sayılabilir miydi? Andy Murray veya Novak Djokovic’e kaybettiğinde dahi, her zamanki oyununu oynayabildiğini fark ediyorduk: Telaşsız bir çabuklukla, havada süzülürcesine forehand’ler vurmaya devam ediyordu.

Daha geçen yıl, iki Grand Slam finali oynadı. Fakat şimdi? Artık hedefi büyük turnuvaları kazanmak değil de (ki 2012’den bu yana kazanamıyor) yalnızca bunlara katılmaksa, yukarıda bahsettiğim gerginliği görmezden gelmek giderek zorlaşıyor.

*

Bütün sporcular yaşlanır ve zamanı geldiğinde, zirvesine çıktıkları spor sahnesinden çekilirler. Çünkü  tüm vücutlar, en fevkalade biçimde becerikli olanlar bile, kusurlu ve zamana tabiidir. Diğer yandan, sporcuların çoğu, Federer’in aksine, vücutlarının sihirli bir şekilde bunlardan azade olduğunu düşündürerek tüm dünyada sevilmeyi başaramazlar.

Federer’in bunu başarması – ya da vücudunun bir kısmının ışıktan olduğu fikrinin bize dolaylı bir şekilde satılabilmesi – tabii ki ihtişamlı kariyerinin birçok başarısından yalnıza bir tanesi. Fakat hem sanat hem spor hayal gücümüzün sınırlarını genişletmeyi başarsa da yalnızca biri bu illüzyonu gerçek anlamda sürdürecek kadar güçlü.

Wallace’ın yazısındaki Federer, sonsuza dek yüce bir oyuncu olarak kalacak. Ama gerçek Federer, yalnızca et ve kemikten. Gerçek, günün birinde inkar edilemez hale geldiğinde nasıl tepki vereceğimizi çok merak ediyorum. Bizi bozuk vücutlarımızla barıştıran sporcunun vücudu da bir gün bozulmaya başlayacak. O gün geldiğinde, gerçekle nasıl barışacağız acaba?


Yazı: Brian Phillips

8 Eylül 2016 Perşembe

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler