Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Sevgi, Kayboluş ve Hayatta Kalmak



Bu yazının çevirisi için çalışırken bir şeyden emindik: Bu, büyük olasılıkla sahayla, oyunla, sporun kurallarla kurgulanmış yapısıyla en az ilgili çeviri tercihimizdi ve görünüşe bakılırsa uzun süre de öyle kalacak. Ama aşağıda uzanan kelimeler bize hayatla ilgili, sporun hayatı yansıtan, "hayata fena halde benzeyen" yönüyle ilgili çok şey öğretti. Sizin için de böyle önemli bir yazı olmasını umuyor, diliyoruz.

Birazdan okuyacağınız yazı, 13 Kasım 2014 tarihinde SI.com'da yayınlanmıştır.

__________________________________________________

O günkü tartışma da pek çoğu gibi küçük ve önemsiz gözüken bir şey yüzünden başladı. Ryan Anderson, o şeyin ne olduğunu hatırlamıyor bile. Bir mesaj da olabilirdi, ağzından kaçan saçma bir şey de…
O gerginlik giderek büyüdü ve ciddi bir hal aldı. Öyle ki yemek yedikleri masada başlayan kavga, eve dönüş yolunda, arabada da devam etti. Gia Allemand’in sesi gittikçe yükseliyordu. Ryan, 12 Ağustos 2013 günü saat altıya yaklaşırken Gia’yı New Orleans’ın Warehouse mahallesindeki evine bıraktığında birbirlerine geri dönüşü olmayan şeyler söylemişlerdi bile. Gia’nın öfkesi bu sırada biçim değiştirmiş, karanlık ama garip bir şekilde sakin bir tavra bürünmüştü. Ryan, Tchoupitoulas Sokağı’ndaki evine döner dönmez ışıkları bile açmadan kanepede uyuyakaldı. Her taraf, Gia’yla yaşadığı ilişkinin hatıralarıyla doluydu. Mutfakta yeni tarifler denemişlerdi. Gia’nın doğum gününde balkona projektör kurup şişme bir yatağa uzanarak Pitch Perfect izlemişlerdi. Fotoğraflar sanki gözünün içine bakıyordu: Sırtına aldığı Gia neşeli neşeli gülümsüyordu.

Dışarıdan bakıldığında çok gösterişli bir ilişkileri vardı: Bir NBA yıldızıyla, televizyon izleyicilerinin sevgilisi beraberdi. Doğrusu, US Weekly sayfalarına da çok yakıştılar. Pelicans formasını terleten 25 yaşındaki 2.08’lik forvet Ryan Anderson; baş döndürücü gülümsemesi, akıl almaz güzelliği ve kusursuz vücuduyla rüya gibi gözüken sevgilisine doğru eğilip gülümserken ikisi de çok tatlı gözüküyordu. 29 yaşındaki Gia’nın televizyon kariyeri biteli iki yıl olmuştu. The Bachelor’da bir sezon ve şovun spin-off’u Bachelor Pad’de iki sezon gözüktükten sonra ortadan kaybolmasına rağmen programın hayranları tarafından hâlâ seviliyordu. Çünkü birçok Bachelor yarışmacısının aksine, sahici bir görüntüsü vardı. Kırılgandı. Çocukken yaşıtları tarafından nasıl ezildiğini, kendisiyle dalga geçenler yüzünden siyah saçlarını nasıl beyaza boyadığını anlatabiliyordu. İzleyicilere onu hayatları boyunca tanıyormuş hissini vermeyi başaran, nadir bir kişilikti Gia.

Ryan'la iki yıl önce Bahamalar’daki bir otelde tatil yaparken tanıştılar. Gia üzerinde uzun, yeşil bir elbise ile salınarak yanından geçtiğinde Ryan çoktan ona abayı yakmıştı. Kayın biraderi ve yakın arkadaşı Mark Groves’un kulağına eğilip şöyle dedi: “Bu kızla konuşmazsam, bu anı hayatım boyu pişmanlıkla hatırlayacağım.” O akşam gün doğana kadar sahilde oturdular; arkadaşlardan, ailelerden, hayattan konuştular. Sonra dünyayı gezmeye başladılar; Çin’i, Meksika’yı beraber keşfettiler. Liseli aşıklar gibiydiler. Disneyland’e, Epcot’a gittiler. Birbirlerine Paskalya sepetleri hazırladılar. Gia’nın sepetinde şeker ve boyama kitapları, Ryan’ınkinde ise çiftin fotoğraf albümü vardı.

Gia’nın annesi Donna Micheletti, kızını önceki hiçbir ilişkisinde bu kadar mutlu görmediğini söylüyordu. Ryan ise o kavgadan birkaç hafta önce hayatının kadınını bulduğuna emindi. Birlikte ev bakıyor, yüzük beğeniyorlardı. Ryan, aynen şöyle diyor: “Bu ilişkiyi en güzel şu şekilde tarif edebilirim: Onunlayken kendimi evimde gibi hissediyordum.”



Tam da bunlar yüzünden, o gece kendini kaybetmiş bir halde kanepeye yığılmıştı. Gia duygusal anlamda sert iniş çıkışlara meyilliydi ve daha önce de kavgaları olmuştu. Zaten tüm çiftler kavga ederdi, değil mi? Son zamanlarda bu atışmalar sıklaşmaya, ciddileşmeye başlıyordu ama dozu asla bu raddeye gelmemişti. Gia’nın ağzından Ryan’ı gerçekten yaralayan sözler çıkmış, onu kendisini aldatmakla suçlamıştı. Ryan da söylediği anda bile bundan pişman olsa da Gia’ya "Seni artık sevmiyorum" demişti. Restoranda olanlar Ryan’ın canını o kadar çok sıktı ki valeye bahşiş vermeyi unuttuğunu sonradan fark etti.

Kafasını toplaması gerekiyordu. Dallas’taki çocukluk arkadaşını aradı. Hemen arabaya atlayıp buraya gel dedi arkadaşı. Bende kalırsın. Biraz kafa dinlemen lazım.

Tam konuştukları sırada Ryan’ın telefonu titredi. Arayan Gia’nın annesiydi. Kavga etmelerinden sonraki saatlerde de aramıştı ama Ryan kendinde onunla konuşacak gücü bulamamıştı. Sonra tekrar aradı. Ardından saat 7:28’de, kocası Tony Michelleti, Ryan’a bir mesaj gönderdi: Gia’yla ilgili bir sorun var. Evine gidip bir kontrol etmelisin.

Ryan korktu. Aylar önce Gia’yı evinde baygın halde bulduğunda, yatağının yanında boş bir uyku ilacı kutusu ve şarap bardağı vardı. Bu gece de arabayı eczanenin önünde durdurmuş, elinde daha da fazla uyku ilacıyla geri dönmüştü. Ryan başta sinirden uyuyamayacağı için ilaç alacağını düşünmüştü ama şimdi içine bir kurt düştü. Ayağında parmak arası terlikler, kafasında beysbol şapkasıyla otoparka koştu. Gia’nın evine vardığında o kadar korkmuştu ki arabasından çıkarken kapıyı ve kontağı açık bıraktı.

*

Ryan'ı küçüklüğünden beri tanıyanlar için bir TV yıldızıyla sevgili olması da profesyonel bir sporcu olmayı başarması da büyük bir sürpriz: Yedinci yılına giren NBA kariyerine rağmen, pek çok yakını yükselişi karşısında şoke olmaya devam ediyor. Yetenekli veya çalışkan olmadığından değil (ki kendisi hem yetenekli hem çalışkan), tüm ailede bunun başka bir örneği olmadığından. Babası Jack Anderson, 1.82 boyunda ve Intel'de mühendislik yapmış. Annesi Sue ise 1.72 boyunda ve zaman zaman iç mekan dekoratörlüğü yapan bir kadın. Ama ikinci çocukları, ne hikmetse Paskalya yumurtası avından "çok büyük" olduğu için diskalifiye edilmesine sebep olacak kadar çok uzundu. Sue bu olaydan sonra, Ryan'ın doğum belgesini yanında taşımaya başladı.


*

Ryan küçük yaştan itibaren basketbola büyük ilgi duymuş. Öğleden sonralarını evin garaj kapısının önünde şut atarak geçirirmiş. Ailesiyle Sacramento'nun 50 kilometre kuzeyindeki El Dorado Tepeleri'ne kurulmuş küçük bir dağ kasabasında yaşarken Kings formasına aşık olmuş. Üzerinde Chris Webber'in 4 numaralı formasını üzerinden çıkarmazmış. Annesi ve babası oğullarının bu basketbol aşkının sebebini hâlâ bilmiyor.

Kendi kendine şutunu geliştiren Ryan, Oak Ridge Lisesi'nin en önemli skor tehdidi olmayı başarmış. Bölgenin diğer yıldızı Colin Kaepernick'e karşı oynadığı bir maçta rakip potaya 50 sayı göndermiş. Junior seviyesinde takımını eyalet şampiyonluğuna taşımış. Princeton'ın koçu evlerini aradığında babası Jack'ten zevkten dört köşe olmuş ama telefonu oğlu Ryan'a uzatırken onun dünyasını hiç anlamadığını fark etmiş. Çünkü o dünyada, Princeton son durak değilmiş. 

Ryan, burs teklif eden 27 okul arasından California'yı seçip üniversitedeki ikinci yılında 21.1 sayı ortalaması tutturarak takımının konferansında sayı kralı oldu. Aynı yılın Haziran ayında, Nets tarafından ilk turda draft edilip bir yıl sonra Orlando'ya takas edildi. Orada, Koç Stan Van Gundy'nin kanatları altında parladı. Ayrıca hayatında ilk kez romantik bir ilişkiye adım attı. Bunu uzun zamandır bekliyordu. Lise boyunca, kendi deyimiyle, "bitmek bilmeyen, garip bir döneme" katlanmıştı. Uzun ve tombul, hassas ve utangaç bir çocuktu. Ayrıca bakterilere karşı fobisi ve temizlik takıntısı yüzünden 18 yaşına kadar kirli bir basketbol topu tuttuğunda geçirdiği panik nöbetlerinden kurtulmak için ilaç alması gerekmişti. Kız arkadaşıyla ilişkisi sadece bir yıl sürse de onun için heyecanlı bir tecrübe oldu. Artık evlenmek istediğini biliyordu.

Çok geçmeden parkede de parke dışında da hayatı yoluna girdi. Lokavt yüzünden geç başlayan 2011-12 sezonunda 16.1 sayı ve 7.7 ribaund ortalamaları tutturdu. All-Star arası sırasında Gia'yla tanıştı ve Temmuz ayında takasla gittiği New Orleans'la dört yıl için 34 milyon dolar alacağı yeni bir kontrat imzaladı. Kısa süre sonra Gia, New Orleans'a taşınacak, gelecek sezonun sonunda Ryan tüm NBA'de en çok üçlük isabeti bulan ikinci oyuncu olacaktı. 25 yaşındaydı, önünde parlak bir kariyer, cebinde bolca para, kolunda hayallerinin kadını vardı.



Ancak annesi onun için hâlâ endişeleniyordu. Ryan, çalıştığı yerde Uslanmaz İyimser namıyla anılan babasına benziyordu. Annesine göre, çok temiz bir kalbi vardı. İnsanların gerçek niyetlerini anlayacak tecrübeyi henüz kazanmamıştı ve söylediklerinde haksız da sayılmazdı. Ryan oyuncular ve koçlar arasında sevilen bir oyuncu olmasına rağmen -New Orleans'ın eski forveti Jason Smith'in deyimiyle "ondan daha iyi bir profesyonel sporcu ve arkadaş bulamazdınız"- NBA'deki yaşıtlarının çoğundan farklıydı. 

En sevdiği müzisyen Star Wars ve Superman’in müziklerini besteleyen John Williams olan, şapşallık derecesinde olumlu bir adamdan bahsediyoruz. Ryan, Comic-Con’a kendisine küçük gelen bir kostümle gitmeye çekinmeyen dev bir Batman'di. Öyle naif bir hayat geçirmişti ki yetişkinliğinin ortasına gelmesine rağmen bir kere bile bir cenazede bulunmamıştı.

*

Ryan, Gia'nın dördüncü kattaki dairesine girer girmez onun dizlerini gördü.

Sonrasından hatırladıkları parça parça: Bir yandan avaz avaz bağırırken, diğer yandan ona doğru koşuyor. İkinci kata çıkan merdivenin korkuluğuna bağlanmış elektrik süpürgesinin kablosu Gia'nın boynuna öyle sıkı dolanmış ki gevşetmeyi başaramıyor. Gia'nın köpeği Bentley üzerine koşuyor. Bu sırada gürültüleri duyan bir komşu kapıya gelip 911'i ararken Ryan da Gia'yı hayata döndürmeye çalışıyor. Tam o anda yemek masasının üstünde Gia'nın el yazısıyla yazılmış o dört kelimelik notu görüyor: Beni sadece annem anlıyor. Acil servis görevlileri eve daldığı sırada Ryan da Donna'yı arıyor. Donna, Ryan'a küfürler savururken Gia'yı koruması gerektiğini, ne kadar hassas olduğunu onun da bildiğini sayıklıyor. Ardından polis kapıya dayanıyor. Ryan soruları cevaplarken nefesi kesiliyor, kendini suçluyor.

Pelicans koçu Monty Williams yanında takımın güvenlik ekibinden biriyle eve vardığında, Ryan sırtı kapıya dayanmış bir halde halının üstüne yığılmış, yerden kalkamayacak bir haldeymiş. Williams dizlerinin üstüne çökmüş, iki adam birbirlerine sarılıp ağlamışlar.

O gece, Williams için de çetin bir sınav olmuş. Koçluk kariyerinin dördüncü yılındaki Williams, üniversitede Notre Dame için oynayıp NBA'de de beş farklı takımın formasını giymişti. Anderson'la arasında sıra dışı biçimde yakın bir ilişki vardı. İkisi de Hristiyandı ve geçmişleri çok farklı iki insan olmalarına rağmen kısa sürede samimi bir ilişki kurdular. Williams fakir bir ailede büyümüş, Notre Dame'da oynadığı sırada kendini öldürmeyi düşünmüştü. Ama bu tip bir tecrübe, Anderson'ın şu anki durumunu daha iyi anlamasını sağlamıyordu. Herkesin acısı farklıydı.

Evin etrafında büyük bir kalabalık toplanmaya başlarken, Williams ve yanındaki güvenlik görevlisi; bir ayağı aksayan, terden ve gözyaşından sırılsıklam olmuş Ryan'ı ayağa kaldırdı ama adam yürüyemeyecek haldeydi. Onu önce asansöre, sonra dışarıda bekleyen arabaya sürüklediler. Parmak arası terliklerinin kapatamadığı ayak uçları, asfalta öyle sert sürttü ki nasır bağlayan parmakları bir buçuk yıl sonra bile hâlâ beyaz kalacaktı.

Arabada çıt çıkmıyordu. Williams kendi kendine şöyle düşündü: "Bir maçta çuvallasam sorun olmaz ama şu an işleri yüzüme gözüme bulaştıramam." Eve gelir gelmez, eşi Ingrid'e sarıldı. Ryan o sırada salonda dua ediyordu. Ingrid'in kardeşi de yakın zamanda intihar etmişti. Ingrid, Ryan'ı teselli etmenin hiçbir işe yaramayacağını biliyordu, o yüzden yanına gelip şöyle dedi: "Daha uzun süre hiçbir şey kolay olmayacak."

O gece, ailenin rahibi eve gelip gitti. Ryan o kadar çok gözyaşı döktü ki insan kustuğunu ya da iç kanama geçirdiğini sanabilirdi. İçinde kıpırdanan her sancı, onu delik deşik ediyordu. Saat gece bire yaklaşırken Monty, eşi Ingrid'in zoruyla oğullarından birinin yatağını oturma odasına indirdi. İki adam gece boyunca o odada yattılar. Ryan kanepeye kıvrıldı, koçu da hemen kanepenin yanındaki yatağa. Ryan konuşmak istediğinde konuştular. İstemediğinde ise odayı sessiz hıçkırıkların gürültüsü doldurdu. Ryan huzursuz bir uykuya daldığında güneş doğuyordu.

*

Donna Michelleti ve Eugene Allemand yani Gia'nın babası, kızları sekiz yaşındayken boşandı. Donna o günü yıllar boyunca içi yanarak hatırlayacaktı ama o günden sonra  o ve Gia uzun yıllar birbirlerine yol arkadaşı olacaktı.

Donna, kızını Queens'de iki odası ve bahçesi olan bir evde büyüttü, New York Polis Departmanı'nda dedektiflik yapmasına rağmen, enerjisinin çoğunu kızına ayırdı. Daha bebekken onu modellik ajanslarına kaydettirip, kendi ifadesiyle "yaşadığı hayal kırıklıklarını unutturabilmek için" uğraşırken ona oyuncaklar, elbiseler, çantalar aldı.

Gia, ebeveynlerinin ayrılığından her anlamda kötü etkilenmişti. Kendini çevresine olumlu anlamda kabul ettirebilmek için her yolu denedi. Hayvan hastanesinde gönüllü çalıştı, bir çocuk grubunda şarkı söyledi, arkadaşlarından oluşan bir dans grubuna koreografiler hazırladı. Yıllar boyunca çalıştıktan ve vücudunu balerin inceliğinde tutmak için uğraştıktan sonra Hartford'daki dans okuluna kabul edildi ama bir buçuk yıl sonra bıraktı. Akademik eğitime ortaokul seviyesinden geri döndü ama Hartford'dan dereceyle mezun olduktan sonra akademik eğitimin kendisine göre olmadığını anladı. 

Onu uzaktan tanıyanlara her zaman neşeliymiş gibi gözükürdü ama bir şeye üzüldüğünde, o şeyi bütün gün kafasına taktığını yakın arkadaşları gayet iyi biliyordu. 

Hayatı boyunca en yakın arkadaşı olan Becca Cohen, kendisine yöneltilen her türlü kötü sözü ciddiye alan, "her duyguyu uçlarda yaşamaya" meyilli ama her zaman başkalarını kendisinden daha çok önemseyen genç bir kadın portresi çiziyor ve ekliyor: "Hiçbir zaman kötü enerji yaymak istemezdi."

*



Gia bir bikini modeli olarak ünlendi ve Maxim dergisi için pozlar verdi. Sonrasında 2009'da, Yankees atıcısı Carl Pavano'yla yaşadığı çalkantılı ilişkinin üzerinden iki yıl geçmişken, arkadaşlarının ısrarı üzerine Bachelor adlı programa başvurdu. Programa kabul edilmesi kendisini de şaşırtmıştı ama son üç isim arasına kaldı, fakat pilot Jake Pavelka kendisini tercih etmeyince zarif bir şekilde yarışmadan ayrıldı. İnsanlar tarafından yolda yürürken tanınmaya başladı. Saç bakım ürünleri üreten bir firmayla reklam anlaşması imzaladı. Yapımı daha sonradan iptal edilen bir filmde Ava Gardner rolünü kaptı ve NHL'de oynayan Chris Campoli'yle sonu iyi bitmeyecek başka bir ilişkiye başladı. Bu ilişki de sona erdiğinde Gia kendini yine bunalımın kollarına bıraktı ve Donna bu durumdan dolayı huzursuzdu.

Donna yıllar boyunca kızının yeme bozuklukları ve kalp kırıklıklarıyla uğraşmış, uyku ilacını fazla kaçırması yüzünden iki kere onu hastaneye yetiştirmek zorunda kalmıştı. 2010'da Gia'ya adet öncesi disrofik bozukluk teşhisi (PMDD) kondu. Kadınların kadınların yüzde 3 veya 8'ini etkilediği tahmin edilen bu hastalık, adet dönemi öncesinde ağır depresyon semptomlarına sebep oluyordu. Gia bunu hiç kabul etmedi ama Donna, kızının "uyku haplarını adet dönemi yüzünden aldığını" düşünüyor ve ekliyor "Gia'ya göre erkekler hiçbir şeyi gerçekten sevemezdi. Bana erkeklerden nefret ettiğini söylerdi. İstediği tek şey, sevilmekti. Konu ilişkiler olunca, her zaman erkeklerin onu terk edeceğini düşünürdü."

Ama sonra umut dolu bir dönem başladı. Gia önce Tanrı'ya sığındı ve kısa süre sonra da olgun ve güvenilir bir ailenin yetiştirdiği, olgun ve güvenilir bir adamla, Ryan’la tanıştı. Donna çok mutluydu. "Kendime "Belki artık iyi olur" dedim. Oysa yıllardır her telefon çaldığında sinirlerim allak bullak oluyordu."

Donna, 13 Ağustos günü sabah 9:30'da hastaneye vardığında solunum cihazına bağlanmış kızına son bir kez baktı ve artık her şeyin bittiğini anlıyordu. Beyni çok uzun süre oksijensiz kalmıştı. İyileşme umudu yoktu.

Öğlene doğru Ryan da hastaneye geldi. Tekerlekli sandalyedeydi. Olayın şoku yüzünden yürüyemiyordu. Donna onu görür görmez öfkesinin uçup gittiğini hissetti. Ryan'ı yaşamak için hiçbir amacı kalmamış gibi görünce onun için de içi acıdı. Kızını tanıyordu, olanların Ryan'ın suçu olmadığını biliyordu. "Dün söylediklerim için özür dilerim" dedikten sonra uzanıp Ryan'a sarıldı. Beraber ağladılar.

Sonraki gün, Gia Allemand bu dünyadan göçüp gitti.

*

Her yıl, 40 bin Amerikalı intihar ediyor. Bu sayı, dünya çapında bir milyon. Savaşlar, cinayetler ve doğal afetler yüzünden ölen insan sayısının toplamından daha fazla. İntihar, en çok Gia gibi genç yetişkinler arasında yaygın: 25 ile 34 yaş arasındaki Amerikalılar arasında en yaygın ikinci ölüm sebebi.

İntihar olaylarıyla alakalı yayınların büyük bölümü, eylemin kendisine odaklanıyor. Hele de haberin öznesi Robin Williams gibi yüksek profilli bir isimse... Ama her intihar bir ölümün öyküsü olduğu kadar devam eden başka hayatların hikayesini de içinde barındırıyor. Kendini öldüren her kişi, arkasında hayatına devam etmek zorunda olan altı insan bırakıyor. Çok sevdikleri bir insanı kaybeden bu insanlar başlarına gelenle başa çıkmak için çabalıyor. Çoğu; yıllar boyunca, hatta hayatları boyunca peşlerini bırakmayan suçluluk duygusuyla, öfkeyle, utançla yaşıyor. Hayatları boyunca tek bir şeyle mücadele etmek zorunda kalıyor. Ryan'ın hikayesi, onların da hikayesi. Kafanızda takılıp kalmış bir şeye hiçbir çözüm bulamadan nasıl hayatınıza devam edebilirsiniz? Kendi hayatını sonlandıran birinin anısını nasıl iyi bir biçimde yaşatabilirsiniz?

Ryan'ın bu duruma verdiği ilk tepki kendini kapatmak olmuş. Ailesinin yanına taşınıp yalnızca annesi onu zorladığında yoğurt ve elma püresi yiyormuş. Kardeşi Rachel ve onun eşi Mark Groves devasa yatağında sırayla onunla beraber yatmışlar. Ryan, günlerini kavurucu sıcağın altında büyük bir sessizlik içinde İncil okuyarak geçirmiş. En iyi arkadaşlarıyla bile konuşmaya cesaret edememiş. İçlerinden birinin "Üzgünüm" demesinden, onunla olan biten hakkında konuşmaya çalışmasından korkmuş.

Ne cevap verecekti ki? Şu dünyada en çok sevdiği insan ölmüştü. Bu onun suçu değildi de neydi? Cezalandırılmayı hak ettiğini düşünüyordu. Sadece bu da değil, garip bir biçimde mağlup olmuş gibi hissediyordu. Sanki bu ilişki bir savaş ya da bir yarıştı, kazanmak için elinden geleni yapmış ama yaptıkları yeterli olmadığı için sonuçta hem o hem de Gia mağlup olmuştu. Daha güçlü, zeki ve hassas olsaydı; Gia yaşıyor olacaktı. Bunu biliyordu.



Her şeyden önce basketbol oynaması mümkün değildi, orası kesin. Sezon boyunca parkeye çıkmayacak, belki de emekli olacaktı. Ağustos'ta Gia'nın cenazesi için New York'a yaptığı yolculuk bile korkutucu ve yorucu olmuştu. New Orleans’a, onca anının ortasına dönüp 15 bin kişinin önünde basketbol oynayamazdı.

Bunlar yetmezmiş gibi, Gia'yla Ryan'ın öyküsü tabloid gazetelerinin iştahını kabarttı. Seks, şöhret ve ölüm... Satışları patlatacak her türlü malzeme hazırdı. Paparazziler, New Orleans'taki hastanenin çevresine kamp kurdu. Ryan ve ailesinin kaldığı otelin tepesinde bir helikopter turluyordu. Anderson ailesi evlerine dönebilmek için gecenin köründe servis asansöründen kaçmak zorunda kaldı. Ryan, El Dorado Tepeleri'ne döndüğünde annesi fotoğrafçılardan korunmak için evin ön pencerelerini gazeteyle kapladı. Haberler, sanki milyonlarca çift her gün bu tip gerilimler yaşayıp tekrar barışmıyormuş gibi Gia'yla Ryan'ın restorandaki kavgasına odaklandı. RadarOnline “Bachelor intiharı: Gia Allemand, NBA yıldızı sevgilisinin kendisine bir türlü evlenme teklif etmemesine 'bozuldu'” yazdı. Haberlerine göre "içeriden bir kaynak" Gia'nın "kendisini öldüreceğine dair HİÇBİR işaretin olmadığını" söylüyordu. TMZ ise "Gia'nın Ryan Anderson'la yaşadığı sancılı ilişki yüzünden sıkıntılı zamanlar geçirdiğini kendisine yakın birden fazla insana doğrulatmayı" başardığını iddia ediyordu.

Eylül ayının başında Donna, Dr. Phil adlı programa çıktı. Gia'nın psikolojik sorununu ve babası tarafından terk edilmiş gibi hissettiğini anlattı. Sonra da öykünün en can alıcı kısmına geldi: Gia, kendini astığı gece, Donna'yla telefonda konuşmuştu. Donna'nın uçağa atlayıp gelmesine karar vermişler, Gia bileti bile almıştı. Donna bu zorlu zamanları beraber atlatacaklarından emindi. Ama bir anda Gia sayıklamaya başladı. Ağzından çıkan kelimeler, sıklaşan soluğunda kayboluyordu. Donna, kızının fazla ilaç aldığına kanaat getirdi. Belki de şarapla uyku ilacı içmiş, her zamanki gibi uyumaya çalışıyordu. Telefon, sonraki 10 dakika boyunca daha açık kaldı. Hiçbir ses gelmiyordu. Dehşet içindeki Donna, kızının ne yaptığını o an anladı.

*

Soyunma odalarındaki sosyal atmosfer çok özeldir. Erkekler birbirlerinin zekasını, erkekliklerini sınar. Uzun uzun kaçamaklarını anlatır, beraber kazanılan zaferlerde ve alınan mağlubiyetlerde birbirlerine sarılıp ağlarlar. Ama bazı konular neredeyse asla konuşulmaz. Gia'nın ölümünden altı ay önce, Duke'un eski yıldızı ve 2002 NBA Draftı’nın lotarya seçimlerinden Jay Williams bir kere intihara teşebbüs ettiğini açıkladı. Kendisini öldüren profesyonel sporcular listesi insanın canını sıkmaya yetecek kadar uzun: Junior Seau, Andre Waters, Mel Turpin ve daha onlarcası. Kendini öldürmeyi düşünen profesyonel sporcuların listesiyse çok, çok daha uzun. Takımlar maçlardan önce travma sonrası stres bozuklukları yaşayan savaş gazilerini onurlandırıyor, Ekim ayında göğüs kanseriyle ilgili farkındalığı artırmak için pembe tişörtler giyiyor ama kendini öldürmeye teşebbüs edip sağ kurtulanlarla ilgili hiçbir şey yapmıyorlar. Buna karşın ABD halkının %85'inin intihar eden bir tanıdığı bulunduğu tahmin ediliyor (ve bu %85'teki beş kişiden biri, yukarıda bahsettiğimiz o altı kişiden biri haline geliyor). İntihar, bu ülkede yaşayan kimsenin yabancı olmadığı bir konu ama hakkında sadece sınırlı bir kitle konuşabiliyor.

Monty Williams, Eylül ayı başında Sue Anderson'ı arayıp Ryan'ın takıma dönmesini tavsiye edince, oyuncusunu kızdırdı. Çünkü ona göre daha erkendi. Cenazeye gitmek dışında ailesinin evinden çıkmamıştı bile. İncil'e göz attığında sık sık tekrarlanan bir ifade dikkatini çekti: Ayağa kalk. Kafasında bu cümleyle yaşamaya başladı. Ayağa kalkıp sürekli bir yerlere gidiyordu. Aşağı kata. Dışarıya.

Jack ve Sue, Gia'nın ölümünden üç hafta sonra mutfakta dikilirlerken uzun zamandır bekledikleri o sesi duydular. Ryan gülüyordu. Kayın biraderiyle evin duvarlarından birine projektör yansıtmışlardı. Mark, bir sürü Chris Farley klibini art arda izletince Ryan dayanamayıp gülmeye başladı. Farley meşhur şakalarından birini yaparken Ryan da kıkırdıyordu. Kıkırdamaları gerçek kahkahalara dönüşürken ailesinin mutluluğunu tarif etmek mümkün değildi.

Kısa süre sonra Williams tekrar aradı. Koç, düzenli olarak oyuncusunu kontrol ediyor, ona İncil'den bölümler gönderiyordu. Bu kez Ryan'ın basketbolda huzur bulması için dua ettiğini, buna inandığını, "soyunma odasındaki sevgi ortamının" onu koruyacağını söylüyordu. Rutinin getirdiği düzen onu iyileştirecekti. Williams'ın düşüncesine göre yeterince basketbol oynadıysanız vücudunuz yılın belli zamanlarında belli şeyleri yapmaya alışıyordu. Ryan için parkeye dönme zamanı gelmişti.



Ryan'ı ikna etmek için bir hafta uğraştılar ve nihayet 6 Eylül günü anne babasının da zorlamasıyla New Orleans uçağına bindi. Jack ve Mark da onunla beraberdi. Ryan önce bir otele yerleşti, daha sonra Metairie'de Pelicans tesislerinin yakınında bir eve geçti. Bir kış sabahı antrenman tesislerine dönmeyi başardı. Koridorda gördüğü ilk oyuncu Al-Farouq Aminou oldu. Ryan kendini zor sorulara, kendisine acıyan bir ses tonuna hazırlamıştı. Aminu önce kafasını sallayarak selam verdi, sonra "Ne haber adamım" dedi.

Ryan, bir sonraki gün takımın video odasında herkese bir konuşma yaptı. Etrafındaki yüzlere şöyle bir baktı. Gia'nın intiharından sonraki sabah onu hastaneye götüren, sonraki iki gün kendisi ve ailesi için küçük işleri halleden yakın arkadaşı Jason Smith oradaydı. Geleceğin büyük All-Star'ı Anthony Davis oradaydı. Maç öncesi kilise ayinlerine katılan Jrue Holiday oradaydı. Ryan onlara Gia'nın nasıl biri olduğunu, kendisi için ne ifade ettiğini, olanların bir kısmını ve her şeyin kendisi için ne kadar zor olduğunu anlattı. Sonra bir an durdu ve şöyle dedi: "Bana her zamanki gibi davrandığınız için hepinize teşekkür ederim." Takım arkadaşları onu onayladı, bazıları yanına gelip sarıldılar.

Dünyanın karşısına çıkmak ise bambaşka bir meseleydi. 5 Ekim'de Pelicans ilk sezon öncesi hazırlık maçı için Houston'a gitti. Ryan, Rockets organizasyonundan insanlar tanıyordu. Kondisyonerleriyle iyi arkadaştı. Bırakın çevresindeki 15 bin kişiyi, onların karşısına çıkmaya bile korkuyordu. Maç kadrosundan çıkarılmak için yalvardı. Williams itiraz etmedi. Sonraki gece oteldeyken Jason Smith'in kapısını çaldı. "Yer yatağımla buraya gelsem rahatsız olur musun" dedi. Smith için sorun yoktu. Ama buna gerek kalmayacaktı. Ryan, o gece iki ay sonra ilk kez tek başına uyudu.

İki gün sonra Pelicans, Dallas'la oynayacaktı. Ryan parkeye çıkıp seyircilere baktı. İçlerinden "Kız arkadaşının intiharından sorumlu adam bu işte" dediklerine emindi. Ama maç başlar başlamaz, tedirginliği uçup gitti. Kimse ona tepki göstermiyordu. Koştu, ribaund aldı, üçlükler attı. İlk kez, basketbol oynarken bu kadar özgür hissediyordu.

Sonraki haftalarda spor salonu, kendi deyimiyle onun "sığınağı" oldu. Her gün iki ya da üç saat çalışıyordu. Eve döndüğünde içindeki karanlık yine baskın çıkıyordu ama en azından huzur bulabildiği, kaçabildiği bir yer vardı artık.

Mesele sadece bu da değildi: Basketbol hayatının en verimli dönemini geçiriyordu. Artık kendinden hiç şüphe duymuyor, topu rahatça potaya gönderiyordu. Nihayetinde kötü şut attığı bir maç, yaşadıklarının yanında hiçbir şey sayılmazdı. Ocak ayı geldiğinde kariyerinin en yüksek şut yüzdeleriyle maç başına 20 sayıya yakın atıyordu. Pelicans üst üste maçlar kazanırken; adı En İyi Altıncı Adam ödülü için zikrediliyor, All-Star kadrosuna seçilip seçilemeyeceği tartışılıyordu.

*  


Ama 3 Ocak günü yani Gia'nın ölümünden altı ay sonra, tek sığınağını da kaybetti. Topu kenardan oyuna sokarken sürekli kullandıkları setlerden biriydi: Ryan sağa gidermiş gibi yapıp sola kat edecek, topu alacaktı. Celtics forveti Gerald Wallace, arkadan hamle yapıp topu çalmaya çalışırken Anderson ileri doğru uçtu ve boynu sert bir şekilde döndü. Bir anda yere yığıldı.

Kendine geldiğinde kollarında müthiş bir acı hissediyordu. Takım arkadaşları, koçu ve asistanları etrafındaydı. "Felç mi geçiriyorum" diye düşündü. Hemen bir sedye getirilince şöyle dedi: "Buradan hayatta sedyeyle çıkmam."

Pelicans'ın baş kondisyoneri Jon Ishop omurgasının zarar görmediğinden emin olmaları gerektiğini söyledi.

O sırada kenarda olan Jason Smith korkuyla ayağa fırladı. İçinden "Bunca insanın arasında onu mi buldu?" diye düşündü. Monty Williams kendi kendine fısıldıyordu: "Hadi Ryan, ayağa kalk. Kalk."

Sonunda Ryan sedyeye kondu. Başını hareket ettiremiyordu. Ishop, seyircilere baş parmağıyla "Sorun yok" işareti yapmasını söyledi. Çünkü bu durumlarda böyle yapılırdı. Ryan itiraz etmedi. Sonraki gün Boston'daki bir hastanede uyandı. Teşhis konmuştu. Boynundaki iki diskte fıtık vardı. Sezonun kalan 51 maçında oynayamayacaktı. Kollarındaki sinirlerin yol açtığı ağrı dayanılmazdı. Birinin elini sıkmak bile işkence gibi geliyordu.

Takip eden haftalarda, Smith ve diğer takım arkadaşlarıyla görüntülü konuşma yoluyla iletişim kurdu. Moralini yüksek tutmaya çalışıyorlardı. Ailesi iyileşme sürecinde ona yardımcı olmak için New Orleans'a taşındı. Ama ağrıları geçmek bilmiyordu. Nisan ayında Los Angeles'a uçup Peyton Manning'in boynunu iyileştiren ameliyatı gerçekleştiren Dr. Robert Watkins'e göründü. Benzer bir operasyon Ryan'a da uygulandıktan sonra garip bir şeyin farkına vardı: Artık herkes sakatlık hakkında sorular soruyordu. Sanki Gia'nın hatırası yok olmuştu.

Ryan için ise durum tam tersiydi. Basketbol sadece yas tutmasını erteliyordu.

Sporun arkasına gizlenme şansını da kaybedince kendi deyimiyle "bir dedektife" dönüştü. Gia'yla ilişkilerini incelemeye başladı, her detayı mercek altına aldı. Gia'nın son haftalardaki garip davranışları yüzünden ona birlikte bir danışmana gitmeyi ya da ilişkiye bir ara vermeyi teklif etmişti. Depresyon hakkında yazılar okuyup Gia'nın annesiyle, arkadaşlarıyla konuştu. Ne kadar bilinçsiz olduğunun farkına vardı. Küçücük detaylar, onu birçok kez uyarmıştı. Örneğin, Gia bir kere intiharı düşündüğünü söylediğinde Ryan ona böyle şeyler düşünmeyen birine insan denemeyeceğini söylemişti. Ryan’a göre Gia ne kadar mutlu, ne kadar güzel bir hayatı olduğu gerçeğine odaklanmalıydı.

Aklına, Mayıs'ta Gia'nın babasının attığı öfkeli mesajlar geldi. Eugene Allemand, Gia'nın Anneler Günü'nde büyükannesine kart göndermemesine kızmıştı: "Sakın beni Babalar Günü'nde arayayım deme. Seni rahatsız etmek istemem" diye yazmıştı. Gia büyükannesine e-posta gönderdiğini ve babası hayatında yokken "çok daha huzurlu olduğunu" söyleyince karşıdan şu cevap gelecekti: "Annenle aynı seviyedesin. Artık benim kızım falan değilsin. Aptal."

Son konuşmaları bu oldu. Eugene şimdilerde "Söylediklerimden dolayı pişmanım" diyor. Gia'nın intiharı sorulduğundaysa rahat: "Beni suçlayabilirler ama ben kendimi suçlamıyorum. Kızımın ne yazık ki profesyonel yardıma ihtiyacı vardı. İçinde onu yiyip bitiren bir şeyler varmış." Ağustos 2013'te New York Daily News'te çıkan bir haberde Eugene'in mesajlar için "O anki öfke yüzünden söylenmiş kötü sözlerdi" dediği yazıyor ve devamında şöyle diyordu: "Bugün burada olsa ondan özür diler, onu sevdiğimi ve her zaman benim gökkuşağım olacağını söylerdim."

Ryan, mesajların Gia'yı sarstığını hatırlıyordu ama sevgilisi o zaman şöyle bir tweet atmıştı: "Kimsenin yeterince iyi olmadığını düşünmesine izin verme." Ryan bu tweet'i Gia'nın kuvvetli yapısının, sert kabuğunun işareti olarak görmüştü.

Şimdi geriye bakıp parçaları birleştirirken gerçeğe daha yakın olduğunu hissediyordu. Daha derine inmeyi başarırsam, diye düşünüyordu, belki de her şeyi çözerim. Bilmeceyi çözer, huzur bulurum.

*

Bunu yapacağı aklımızdan bile geçmezdi. Bir intihardan sonra bu cümleyi sıkça duyarsınız. Mutlu gözüküyordu. İyi gözüküyordu. Böyle bir şey yapacağına dair HİÇBİR işaret yoktu. Bu ifadelerin çoğu neredeyse hiçbir zaman gerçek değil. Neredeyse her zaman işaretler oluyor. Araştırmalar, intihar sonucu ölen insanların yüzde 90'ının ruhsal bozukluklar ya da madde bağımlılığıyla boğuştuğunu gösteriyor. Çoğu vakada bu durumlar tedavi edilmemiş oluyor. Amerikan İntiharı Önleme Derneği'nin tıbbi sorumlusu Doktor Christine Moutier insanların bu tür şeyleri saklamada başarılı olduğunu, bu yüzden intiharların çoğu zaman durup dururken olmuş gibi gözüktüğünü söylüyor ve ekliyor: “Bu düşünce, insanların çoğu zaman neye dikkat etmeleri gerektiğini bilmemelerinden kaynaklanıyor. Sağlık sorunlarımızı öyle bir bastırıyoruz ki içimizde olup bitenler asla dışarı çıkmıyor.”

Gia kendini neden öldürdü? Annesi çocukluğundan kalan yaralarının ve psikolojik durumunun ilişkilerini mahvettiği gibi ölümüne de sebep olduğunu düşünüyor. “Adım adım kendini ve Ryan'ı yok etti. Ryan bir hastalığı olduğunu bilmiyordu. Ona anlatmazdı.” "PMDD önemli bir hastalık değilmiş gibi gelebilir" diyor Moutier "ama önemli olan acının ve bunalımın ulaştığı seviye."

Gia'nın çocukluk arkadaşı Becca Cohen ise dostunun 30 yaşını göremeyeceğinden hep korkmuş. "İçimde hep bir korku vardı. Neden olduğunu bilmediğim ama beni huzursuz eden bir korku. Üniversiteden bu yana onun için endişeleniyordum. Çünkü çoğu zaman başkaları için yaşıyordu. Bazı insanlar isteklerine ve planladıkları şeylere göre yaşarlar, onlar için hayal kırıklığıyla baş etmek çok zordur."

Gerçek şu ki kimse bu olayın sebebini tam olarak öğrenemeyecek. Bu, intihar vakalarına dair insana sıkıntı veren şeylerden sadece birisi. Hiçbir zaman tam olarak bir cevap yok. Bulunanlar da asla tatmin etmiyor.

Gia'nın kafasında Ryan'ın asla çözemeyeceği çok derin sorunlar vardı. Bu gerçeği görmesi için bir yıldan uzun süre geçmesi gerekti. Daha önceden önlerindeki bu engeli de aşarlarsa düze çıkacaklarını, her şeyin mükemmel olacağını sanıyordu. Oysa her seferinde karşılarına yeni bir engel çıkacaktı.

Ryan artık anılara odaklanıyor. Çoğu zaman boynunda Gia'nın aldığı anahtar şeklindeki kolye asılı. (O anahtarın açtığı kalp de Gia'nın boynundaymış) Bütün fotoğrafları telefonunda ama evde çektikleri videoları izlemeye dayanamıyor. İlklerle dolu bir yılı geride bırakmış durumda: Gia'sız ilk Noel, ilk doğum günü, ilk Sevgililer Günü. Artık hayata devam etme vakti. Ve bunu yapmanın tek yolu Gia'nın hikayesini, kendi hikayesini anlatmaktan geçiyor.

Eylül ayının bir pazar günü, öğleden sonra 4:30'da Metairie'deki oturma odasının beyaz koltuklarından birine oturup sözlerine başlıyor. Eskiden bu koltukta Gia'yla beraber en sevdikleri dizileri izlerlermiş. Sözlerine yavaş yavaş başlıyor. Hayatında ilk kez bir haberciye uzun uzun bir şeyler anlattığı belli. Ama sonunda içini döküyor. Durmaksızın, beş saat boyunca konuşuyor. Sonraki gün üç saat daha devam ediyor.

"NBA kendimi ifade etmem için bana bir platform verdi. Emekli olduğumda kimsenin beni umursamayacağını, üçlüklerimi hatırlamayacağını biliyorum. Ama şimdi yani insanlar beni dinliyorken, konuşmalarımın büyük önem taşıdığını düşünüyorum. İnsanların intiharı önleme konusunda bir yüze ihtiyacı varsa, ben bu görevi üstlenebilirim. Hayatımın en acı verici tecrübesi hakkında konuşmaya bayılmıyorum ama, ya bu sorumluluğu alacağım ya da bu olayın beni yiyip bitirmesine izin vereceğim."

Ryan, geçtiğimiz birkaç ayda bu konuda bir temsilci gibi davranıp önemli görevler üstlendi. Donna ve babası Jack'in yardımıyla yakında Gia Allemand Vakfı'nı kuracak. Web siteleri neredeyse hazır ve resmi olarak faaliyete geçmek için vergi dairesinden gelecek izni bekliyorlar. Hedef, Gia'yla benzer durumdaki insanlara; bulundukları sosyal çevre tarafından ezilen, görünüşüyle imajı arasındaki ilişkiden dolayı sorunlar yaşayan, kendine güveni düşük, kaybolmuş hisseden genç kadınlara yardım etmek.

Geçen yaz intihar vakalarına dikkat çekmek için Philadelphia'da yapılan Karanlıktan Çıkmak İçin 18 Mil Yürüyüşü'ne katılmış. Benzer vakaları önleme amacıyla çalışan bir grupla kısa bir video çekmiş. Sacramento'daki bir kadın sığınağında yaptığı konuşma sırasında yaşadığı deneyim ise onun için gerçeküstü olmuş. İstismar dolu ilişkiler, fuhuş, sokaklarda yaşamak gibi sebeplerden cehennemi yaşayan yedi kadın, etrafında toplanıp onun için dua etmişler. "Gia'nın intiharı olmasa, o odaya girip kendimi oradaki kimsenin yerine koymazdım. Onlar da ağzımdan çıkacak tek bir kelimeyi bile duymak istemezlerdi. Artık anlatacak bir hikayem var."

Ryan potaya uzaklardan bir üçlük gönderdiği, zor bir ribaund çektiği her pozisyonda seyircilerin aklına Gia'nın gelmesini umuyor. İnsanların bu hikayeyi okumasını, Google'lamasını, bu sayede depresyon ve intiharı öngörmelerini sağlayacak işaretler hakkında bilgilenmesini istiyor. Birisi kanserden öldüğünde, yaşadıkları kahramanca bir tonda anlatılıyor, bir "savaş" olarak tanımlanıyor. İntihar ise bencilce bir şey olarak görülüyor. “Gia'yı tanıyan herhangi birinin aklına onu düşününce asla bencil kelimesi gelmez. O kimseye ızdırap çektirmek istemezdi. Sadece içindeki acıdan kaçmaya çalışıyordu.”

*

Ryan'ın bundan bir, beş ya da 10 yıl sonra nasıl hissedeceğini kim bilebilir? Sudaki dalgacıklar nasıl siz isteyince durmuyorsa, bu da öyle işte. Karşımda oturuyor. Masumiyetini kaybetmiş. Dünya onu eskisinden çok daha fazla yıpratmış ama artık kendini başkalarının yerine koymasını biliyor. Arkadaşları ona baktıklarında bir oğlan çocuğu değil olgun bir adam görüyor artık. Mark Groves onu bu sözlerle anlatıyor: "Ryan hayattan saklanabilirdi. Bunun yerine onunla göğüs göğüse mücadele etmeyi seçti."



Söylediklerine bakılırsa, öyle uzun vadeli bir stratejisi de yok. "Şu kadarını söyleyebilirim: Uzun bir süre hiçbir umudum kalmadığını, önümde hiçbir gelecek olmadığını düşündüğüm bir dönemin ardından, şimdi ileriye umutla bakabiliyorum." Gia'nın annesiyle de hâlâ çok yakınlar. Ağustos'ta ve Ekim'de Pennsylvania'ya onu ziyarete gitmiş. Donna da oğlu Dylan'la beraber Ryan'ın yanına gelmiş. Donna'nın dediğine göre Dylan'la Ryan, abi-kardeş gibi olmuşlar. Tüm bunların yanı sıra, Gia'nın annesi Facebook ve e-posta aracılığıyla sorunlu genç kadınlara ulaşmaya devam ediyor. Yakın zamanda genç bir kadını California'daki evinde üç hafta boyunca misafir etmiş. (Kızın yolculuk masraflarını da Ryan karşılamış) Donna insanlara Gia'nın yaptığı şeyin havalı bir şey olmadığını göstermek istiyor. Onu örnek almamaları, mükemmel olmaya çalışmamaları, kırılgan olmayı kabullenmeleri, başkalarından yardım istemekten korkmamaları gerektiğini anlatmaya çalışıyor.

Ryan ise basketbola yeniden döndü. Boynundaki sakatlığı tamamen atlattıktan sonra maç başına 16.3 sayı, 5.9 ribaund ortalamalarıyla oynuyor. Takımı Pelicans da Batı'nın play-off adayları arasında. Koç Williams, Ryan'ın yaşadıklarından çok şey öğrendiğini söylüyor: "Geri dönmeyi, takıma seslenmeyi, eskisi kadar iyi oynamayı, eskisi kadar iyi bir takım arkadaşı olmayı başarmasıyla beni kendine hayran bıraktı."

Amerika İntiharı Önleme Derneği'ndeki insanlar da ondan çok etkilenmişler. Moutier'nin ifadesiyle bugüne kadar "gerçeği çok olumlu bir şekilde anlatmaktan” başka bir şey yapmamış.

*

Olumlu. Bu durum için biraz garip bir kelime. Ryan zaman zaman hâlâ Gia'yla konuşuyor. Evde yalnızken ya da araba kullanırken ona sesleniyor. Kötü bir gün geçirdiğinde "Keşke burada olsaydın" diyor.

Evinin üst katında, Bahamalar'da tanıştıkları gece giydiği o yeşil elbise duruyor. Gia'dan hatıra başka eşyalarla beraber evindeki bir kasanın içinde. Fotoğraflar, kartlar ve çok sevdiği gümüş zürafa kolyesi de orada. Neredeyse bir yıldır o kasayı açmamış. Cesaret edemiyor. Bugünlerde, eskiden beraber seyrettikleri Homeland, Game of Thrones gibi dizileri baştan izlemekle meşgul. Bir yandan kötü hissetse de hayata devam etmek zorunda olduğunu biliyor.

Ama bu ifade tam olarak doğru olmayabilir. Devam etmenin bir şeyleri arkada bırakmak anlamına gelmesi gerekmiyor. Onunla beraber olmak isteyecek kadının, kişiliğinin derinliklerinde Gia'dan bir parça olacağını kabullenmesini istiyor. Gia'yla Ryan'ın birbirlerinden ayrılmaları artık mümkün değil.

Bu sürecin sonunda şunu anlamış: İsterseniz insanları arkanızda bırakabilir, unutmaya çalışabilirsiniz ya da isterseniz, onları her zaman içinizde taşırsınız.


Yazı: Chris Ballard

20 Kasım 2014 Perşembe

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler