![]() |
Birazdan okuyacağınız yazı, ilk olarak 31 Temmuz 1979 tarihinde Chicago-Sun Times gazetesinde yayınlanmıştır |
Muhammed Ali’nin
malikanesinde; maun ağacından yapılmış mobilyaların, mozaik camların ve nadide
Türk kilimlerinin tam ortasındayım. Kocaman bir sivrisinek kulağımın dibinde
vızıldayıp duruyor. Sert bir tokatla öldürmeye çalışıyor ama beceremiyorum.
Sonra sinek diğer kulağıma geçiyor. Elimi bir kere daha havaya doğru sallıyorum
ama kocaman bir boşluğu avlamaya çalışıyor gibiyim. Muhammed Ali kendi kendine
gülümsüyor, evin merdiveninin kıvrımlarını inceliyor.
Bakışlarımı yeniden kapıya
doğru çevirdiğim anda, sivrisinek tekrar saldırıya geçiyor. Bu sefer iyice
dibimde, neredeyse saçımın içinde uçuyor. Bir hışımla ters tarafa dönmemle Ali
hain hain gülmeye başlıyor.
Sonra da yaptığı
numarayı açıklamaya başlıyor: “Öncelikle, elinin iyice kuru olması lazım. Baş parmağını
işaret parmağının kenarına böyle hızlıca sürttüğünde, titreşimli bir gürültü
çıkarıyor. Birisinin arkasına saklanıp kulağının dibinde yaparsan, katil
arıların yakınlarda uçuştuğunu sanıyorlar.”
Bir çocuk gibi
sırıtıyor: “Bu numarayı herkes yutar. Asla sekmez.”
*
NBC’nin gönderdiği
uzun, siyah bir limuzin eve doğru yaklaşıyor. Ali mesaiye hazır. Diana Ross’un
Tonight Show’daki konuk sunuculuk görevine başlayacağı akşam, ilk misafiri
Muhammed Ali olacak. Çekimler bittikten sonra da Ali, karısı Veronica ve küçük
kızı Hana’yla beraber sinemaya gidecek. Peki, ne izleyecekler? Elbette, Rocky
II. Kendisi için özel bir gösterim ayarlanmış. Film eleştirmeni rolüne
bürünmesi için her şey hazır.
Anons edecersine,
“Rocky: Bölüm II. Başrolde Muhammed Ali’yi oynayan Apollo Creed!” diyor Ali.
*
Program sorunsuz
geçiyor. Ali, Diana Ross’un karşısında ringdeymiş gibi rahat. Yaşıyla ilgili
şakalar yapıyor, bir ara eğilip notlarını okuyor, emekli olunca alacağı maaşla
ilgili espriler yapıp, vereceği bir partide şarkı söylemesi için Ross’tan söz
alıyor.
Dünya ağır sıklet
boks şampiyonu, çekimlerin ardından başka bir limuzine biniyor. Bu seferki mavi
ve bej renklerde bir Rolls-Royce. Ali’yi Wilshire Bulvarı’nın köşesindeki özel
arazisinde bulunan evine götürüyor. Garip ama muhteşem bir yolculuk bu: 11
km’lik yol boyunca, Ali’yi arabada görüp de tanımayan, el sallamayan ya da tezahürat
yapmayan tek bir insana dahi denk gelmiyoruz. Efsane boksör dünya üzerindeki en
ünlü insan olduğunu söylüyor. Haksız da sayılmaz.
Tabii, bu şöhreti
perçinlemek için küçük numaralar yapmaktan geri kalmadığını da söylemeli: Yol
boyunca şoförün yanında, ön koltukta oturmakla kalmayıp yan şeritteki
sürücülerden yol kenarındaki yayalara kadar herkesi şöyle bir süzüyor. Etraftan
geçenler, dev Rolls-Royce’a önce bir bakıp, arka koltukta şöhretli bir yüz
göremeyince bakışları ön koltuğa çeviriyor ve karşılarında Muhammed Ali’yi
buluyorlar. İşte o anda, yüzleri hayran bir sırıtışla aydınlanıyor. Ali de
yumruğunu sıkıp zafer işareti yaparak karşılık veriyor. Bu yaşadığımız
Burbank’den Wilshire Bulvarı’na bir araba yolculuğu değil, bir kahramanın resmi
geçidi.
Eve döndüğümüzde
sinemaya gitmek için Veronica’nın aşağı inmesini bekliyoruz. Ali masasının
yanında duran televizyona yakın oturuyor. Uzun zamandır asistanlığını yapan
Jeremiah Shabazz ise kitleler ve her yerde tanınmaları hakkında bir şeyler anlatıyor:
“Gördüğümüz en büyük kalabalık Güney Kore’dekiydi. Manila’da bütün şehir
ayaklanmış gibiydi, neredeyse havalimanını yıkacaklardı. Rusya’daki her şehirde
de onu tanıdılar ama Kore inanılmazdı.”
Ali sohbetimizi
duyuyor ama dinlemiyor. O, çevresindekilerin varlığını istediğinde kabul eden;
istediğinde etmeyen bir adam. Zaman zaman bir oda dolusu insanın içindeyken
bile öyle dalgın gözüküyor ki yalnız ve içine kapanık biri olduğunu
sanabilirsiniz.
Kızı Hana yanımıza
gelip kucağına oturmak isteyene kadar da istifini bozmuyor. Sonra yumuşak bir
sesle Hana’ya bir şeyler anlatmaya başlıyor.
Ardından da
kendisini Chicago’dan ziyarete gelen eski dostu Cleve Walker’a dönüyor:
“Veronica ne diyor?”
Walker cevaplıyor:
“Şimdi geliyormuş.”
“Hadi, gidelim.”
Başkanın konvoyunu
andıran beş araba, köşkün önünden yola çıkıyor. Ali konvoyun ikinci sırasında,
Mercedes’inin direksiyonunda kendisini United Artists’in merkezine götüren
aracı takip ediyor. Beş aracın da stop lambaları yol boyunca yanıp sönüyor. Günün
ikinci geçidi işte böyle başlıyor.
Ali gelmeden,
stüdyoyu ziyarete geleceğinin dedikodusu olay yerine ulaşmış bile. Küçük
çocukların oluşturduğu bir kalabalık otopark alanında onu bekliyor. Hepsiyle
tokalaşıyor, sağlam durmalarını söyleyip, omuzlarına şöyle bir dokunuyor ve
sanki bir kral tarafından kutsanmış gibi hisseden şaşkın çocukları orada öylece
bırakıp yola devam ediyor.
Sıra, özel gösterim
odasına geçip bu yazın en popüler yapımını; iki yıl önce yapımcılarına En İyi
Film Oscar’ını kazandıran, Sylvester Stallone’yi siyah ağır sıklet boks
şampiyonunu yenmek için yola çıkan Philadelphia’lı kulüp boksörü Rocky Balboa
rolünde Hollywood yıldızı konumuna getiren Rocky’nin devam filmini izlemeye geliyor.
İlk filmi çok sevdiğini söyleyen Ali, en arka sırada yerini alıyor. Veronica’yla
Hana da yanında. Ama şampiyon, boksun sönüp gitmeye yüz tutmuş gösterişini
yeniden parlatmamış olsa, böyle bir film yapılıp yapılmayacağını sorduğumda
hiçbir yanıt vermiyor.
Rocky II’nin açılış
sahneleri boyunca sessizliğini koruyor. Ağır sıklet şampiyonu Apollo Creed’in
televizyondan Rocky’ye sataşıp Balboa’yı tekrar ringlere davet ettiği sahneye
kadar da hiç konuşmuyor.
O an sözlerine
başlıyor: “Evet, bu benim. Apollo tıpkı benim gibi konuşuyor. Rakibine basın
aracılığıyla hakaret ediyor, onu tahrik etmeye çalışıyor. İşte, bu adam tam
anlamıyla benim.”
Sonra Rocky’nin yeni
evinin kapısı çalıyor.
Ali “Kapıyı çalanın
kim olduğunu herkes tahmin edebilir. Antrenöründen başka kimse olamaz” diyor.
Ve, evet, Rocky kapıyı açıyor ve karşısında eski antrenörü Mickey’yi buluyor.
“Eskiden, Angelo
Dundee beni böyle ikna ederdi. İyi bir antrenör, iyi bir dövüşçünün
televizyondan kendisine sataşılmasına katlanamayacağını bilir.”
Mickey, Rocky’ye öğüt
veriyor: “Seni diğer elinle dövüşmeye alıştırmak zorundayız. Sağını kullanıp
solunu sakla. Kötü durumdaki gözünü koru.”
Ali hemen
değerlendirmeyi yapıyor: “Bu, mümkün olabilir. Tabii, bir çocukla 17-18
yaşından itibaren çalışmaya başlarsanız. 22 yaşına geldiğinde de güçlü eli
değişmiş olabilir. Fakat bu öyle bir gecede olacak iş değil.”
Bir sonraki sahnede
Mickey boks bilgeliğinin eski defterlerini açıyor ve ayak çalışmasını
hızlandırmak için Rocky’ye tavuk kovalattırıyor. “Bu antrenman Jack Johnson ve
Joe Louis döneminden kalma” diyor Ali. “Bugünkü boks antrenmanlarında ise sofra
dışında hiçbir yerde tavuk göremezsiniz.”
Şimdi de Rocky bir
çuvala art arda yumrukları indirirken Mickey kulağına doğru eğilip “Vur! Vur!
Vur!” diye bağırıyor.
“Büyük bir dövüşcüye
bunu söylemeniz gerekmez” diyor Ali. “Büyük bir dövüşçü, çuvala bile robot gibi
saldırır. Kariyerim boyunca kimse bana “Vur” demedi. Vurmak istemiyorsan,
dövüşçülükle işin ne zaten?”
Filmin devamında
Mickey’nin salonundan daha geniş bir çekim görüyoruz. Rocky karenin önünde,
arka planda bir düzine boksör çalışıyor, ip atlıyor, dövüşüyor.
“Bu kareye dikkatli
bakarsanız,” diye açıklamaya başlıyor Ali. “Gerçek dövüşçülerle aktörler
arasındaki farkı görebilirsiniz. Gerçek bir dövüşçü, Stallone’nin boksör
olmadığını bir bakışta anlar. Profesyonel olmadığı belli oluyor, bir
profesyonel gibi hareket edemiyor. Çok iyi rol yapıyor ama boks yapamıyor. Arka
plandaki kırmızı şortlu elemana bak. Gerçek bir dövüşçü olduğu hemen
anlaşılıyor.”
Rocky bu kez de antrenman
partneriyle boks yaparken görülüyor. Ali açıklamasına devam ediyor: “Diğer adam
gerçek bir boksör. Stallone’nin hareketleri onunki gibi olmasa da, mükemmel rol
yapıyor. Sıradan bir insan benim gördüğüm şeyi göremez. Ayrıca, çizdikleri
antrenör portresi tamamen yanlış. “Şunu yap” “Şöyle yap” falan diyip duruyor.
Kariyerim boyunca kimse bana böyle talimat vermedi. Kararları ben verdim. Bir
dövüşçüye bu şekilde bağırılması onu bir çeşit hayvan, ehlileştirilen bir at
gibi gösterir.”
Rocky karakterinin
ona herhangi bir biçimde ilham verip vermediğini soruyorum.
“Kesinlikle hayır.
Rocky bana hiç benzemiyor. Ama Apollo Creed’in dans edercesine hareketleri,
yumrukları, konuşma tarzı... Baştan aşağı ben.” Biz bunları konuşurken, Rocky
Balboa’nın perdedeki hayatında bir kriz anı yaşanıyordu. Çocukları Rocky Jr.’ı
doğuran eşi, yoğun bakıma girmişti. Rocky, Adrian’ın yatağının başından
ayrılmış, hastanenin şapelinde dua ediyordu.
“Karısı hasta olduğu
için dövüşmek istemiyor” diyor Ali. “Gerçekte hayatta da aynen böyledir. Evliliğimin
bittiği dönemde kamptayken bana da bu olmuştu. Kafanda bir kadın varken
dövüşmeye odaklanamazsın. Konsantrasyonunu sağlayamazsın. Sürekli uyumak
istersin. Şimdi, bu noktada bir tahmin yapacağım. Filmin tamamını önceden
izlemedim ama bence karısı iyileşecek. Sonra da Rocky, Apollo Creed’i perişan
edecek.”
Hastane odasına
dönüyoruz. Rocky’nin eşi gözlerini açıyor. Ali “Ben demiştim” der gibi kafasını
sallıyor: “İlk tahminim doğru çıktı.”
Adrian kocasına
dönüp şöyle diyor: “Benim için yapmanı istediğim tek bir şey var. Kazan.”
“Evet!” diyor Ali.
“O zencinin ağzını burnunu kır!”
Küçük Rocky Jr. bir
hemşirenin kucağında odaya getiriliyor. Beatles üyelerininki gibi simsiyah
saçları var. Ali keyifli keyifli gülüyor: “Oscar kazandıracak bir bebek
bulmuşlar. Şunun İtalyan saçlarına bak! Rocky’ye gerçek hayatta “Bu senin
çocuğun” deseler, reddetmesi mümkün değil!”
Rocky’nin antrenman
görüntüleri tekrar perdede. Kahramanımız tazelenmiş bir hırsla kendini
çalışmaya vermiş. “İşte böyle” diyor Ali. “Şimdi kafası rahat. Kadınını geri
aldı. Tahminimi bir adım ileri götüreceğim: Büyük dövüşün başında Rocky
kaybediyormuş gibi olacak. Gözü şişip kapanacak ve tam kazanmadan önce felaket halde
olacak. Bu filmin sonunda, erkekler kadınlardan daha çok ağlar.”
Rocky ağırlık
çalışması yaparken Ali konuşmaya devam ediyor: “Bir boksörün kendisine
yapabileceği en büyük kötülük. Kasları sıkıştırır. Bir dövüşçü asla ağırlık
kaldırmaz. Ama filmde iyi duruyor tabii.”
Sonraki sahne daha
duygusal. Rocky memleketi Philadelphia’nın sokaklarında koşuyor, arkasında
kendisi için tezahürat yapan küçük çocukların oluşturduğu bir kalabalık
Philadelphia Sanat Müzesi’ne kadar onu takip ediyor. Rocky artık imzası haline
gelen zafer hareketiyle çocukları selamlayıp ilk Rocky filminin en bilinen
sahnesine gönderme yapıyor.
“İnsanlar bu
sahnenin doğallıktan uzak olduğunu söyleyeceklerdir. Kitlelerin onunla beraber
koşması vesaire... Ama bu da gerçek. Buna benzer kalabalıklar, beni New York’ta
takip etmişti.”
Nihayet sıra Rocky
II’nin büyük dövüş sahnesine geliyor: İlk filmin sonundaki dramatik maçtan daha
uzun, daha şiddetli ve acı dolu bir dövüş için hazırız. Carl Weathers’ın
canlandırdığı Apollo Creed soyunma odasındaki aynada kendi kendine yumruklar
sallıyor.
“Weathers bana
Apollo Creed’in hareket ve yumruk tarzını tamamen benim görüntülerimi izleyerek
oluşturduğunu söyledi” diyor Ali. “Aynaya doğru yaptığı hareketler, gerçek
dövüş hareketleri değil ama filmde iyi gözüküyor. Burada yapılan şey, amaç
bakımından doğru. Apollo ilk maçı kazandı ama bazıları Rocky’nin kazanması
gerektiğini iddia etti. Kaybettiğin büyük bir maç, hayatın boyunca peşinden
gelir. İntikamını alana kadar bir hastalık gibi seni sarar. Bir kulüp
dövüşçüsüne kaybetmenin eşiğinden dönen bir şampiyon, intikamını almak
zorundadır.”
Peki, bir kulüp
dövüşçüsü gerçek hayatta bir ağır sıklet şampiyonuna karşı mücadele edebilir
mi?
“Hayır. Belki bir
süre dayak yemeye dayanabilirse, şansı döner ve rakibini nakavt etmeyi
başarır. Ama bunu yapması bile çok çok
zor. Bir şampiyonla mücadele edemez. Yapamaz.”
Perdede, Rocky
Balboa dizlerinin üzerine çökmüş dua ederken Muhammed Ali kucağında uyuyan kızı
Hana’yı bile unutmuş gibi, tamamen sahnenin etkisi altında.
Rocky ayağa
kalkarken Ali de sessizliğini bozuyor: “Bir boksörün hayatındaki en korkutucu
an, işte bu andır. Maçtan hemen önce, soyunma odasındasın. Yapılan onca antrenmanın,
verilen onca taktiğin artık bir anlamı kalmaz. Ringe çıktığın an, her koyun
kendi bacağından asılır. Kor-kar-sın.”
Apollo Creed ve
Rocky Balboa seke seke Philadelphia Spectrum’un koridorlarını geçiyor. Kamera
önce maçı evdeki televizyondan izleyen Adrian’ı, sonra da ringin kenarındaki
Apollo’nun eşini gösteriyor. Her ikisinin de gözü ringde.
“Apollo’nun eşi bile
karım Veronica’ya benziyor. İkisi de hafif açık tenli, gerçekten güzel
kadınlar.”
Apollo, Rocky’yi
tahrik ediyor: “İşin bitti! Seni yok edeceğim! Ben felaketin efendisiyim.”
“O iki replik, onlar
benim repliklerim. O “felaketin efendisi” lafı, keşke benim aklıma gelseydi.”
Maç başlıyor. Rocky
ve Apollo karşılıklı yumruklar indiriyor. Apollo rakibini tahrik etmek için
konuşmayı sürdürüyor, Rocky’den kaçarak dövüşüyor. Raunt aralarında boksörler
köşelerine döner dönmez, antrenörleri talimatlar yağdırıyor.
Ali değerlendiriyor:
“Antrenörüm rauntlar arasında bana hiçbir şey söylemez. Müsaade etmem. Ben
dövüşüyorum ve tek bir şeyi bilmek istiyorum: Roundu kazandım mı? Artık taktik
vermek için çok geç.”
Dövüş ne kadar
sürer?
“Tahmin etmek zor.
Foreman, sekiz rauntda maçı bırakmıştı. Liston da... Film bu tip maçlardan
tahmin edemediğim bir şey ödünç almış olabilir. Ama şuna bak. Apollo da tıpkı benim
gibi önce savunma yapıp sonra rakibinin en beklemediği anda saldırıya geçiyor.”
10’ncu raunt
başlarken kafasını sallıyor: “İşte büyük boksörler burada belli olur, insanın
içindeki kararlılık ortaya çıkar.” Rocky feci bir dayak yerken, gözleri Ali’nin
tahmin ettiği gibi şişiyor.
“Gerçek bir dövüşte,
gözlerin bu kadar kapalı olmasına müsade edip dövüşü devam ettirmezler. Maç
durur.”
Ancak Rocky II’de
maç durmuyor, tam tersi son hız devam ediyor. Ali gerçek hayatta hiçbir
dövüşçünün ne Apollo ne de Rocky kadar dayak yemeye katlanamayacağını söylüyor.
Ardından salonu Rocky’nin müziği dolduruyor, ışıklar yanıyor ve Ali’nin ekibi
filmi alkışlamaya başlıyor.
*
Muhammed Ali ise
Hana’yı uyandırmamak için yavaşça ayağa kalkıp kızını Veronica’ya veriyor.
“Harika bir film.
Büyük gişe yapar. Gereken her şey var. Aşk, şiddet, duygu... Bir an olsun
sıkılmadım.”
Peki, maçın sonucu
için ne diyor?
“Sonunda üstün
gelenin bir siyah adam olması, Amerika’nın öğretileriyle çatışırdı. Boksta o
kadar büyük bir figür haline geldim ki benim ringdeki imajımla çatışması için
perdede Rocky gibi beyaz bir imge yaratmaları gerekti. Sonu nereye varırsa
varsın, Amerika’nın beyaz figürleri olmak zorunda: İsa, Süpermen, Tarzan ve
Rocky gibi...”
Yazı: Roger Ebert
Çeviri: Anıl Can Sedef & Niko Yenibayrak
Yorum Gönder