"Göz göze geldiğimiz anda ne yapmak istediğimi bildiğini anlardım" der Henry onun için. Sonrasını biliyorsunuz zaten, Henry'ye, birkaç kişiden sakladığı topu çok alakasız ve kütük gibi gözüken vücudundan hiç beklenmeyecek bir şekilde defansın arasından bırakır, Henry de onu uzağa plaselerdi. Basitliğin zarafeti ya da zekanın sahadaki tezahürü gibi biraz dizi tanıtımına kaçan büyük tamlamalarla açıklanabilir onun oyunu.
Top bir an önce Bergkamp'a gelsin diyerek izlerdim Arsenal maçlarını. Aslında şimdi birçok çocuk da “Messi'ye atın, Neymar'a verin” diye izliyor. Onlar alsın, çalım atsın, basıp geçsin... Yalnız bir fark var, ben topun Bergkamp'a gelmesini, Bergkamp'ın vereceği inanılmaz pası ya da yapacağı inanılmaz top saklama hareketini görmek için isterdim. Sansasyonel çalımları veya inanılmaz top sürme yeteneği yoktu. Ama top bir an önce ona gelmeliydi, çünkü futbola ait, göz hoş gelmeyen, dikkat çekmeyen ne varsa onu sansasyonel hale getiriyordu.
Hiçbir zaman Hollanda sempatim olmamıştır ama, Arjantin'e attığı golden sonra evin yemek masasında bulmuştum kendimi. O gün başlayan bir şey zaten Bergkamp sevgim. Uçak korkusunu, sırf hayranı olup, merak ettiğim için bir futbolcu hakkında özel bir bilgi olarak öğrenmiştim. Artık mahalle maçlarında ara pası atmak, kimin nereye hareketlendiğini incelemek çalımdan veya şuttan, daha keyifli gelmeye başlamıştı.
Herkesin Bergkamp'ın olduğu takıma baktığında gördüğü ilk adam Henry'dir, değilse Pires'tir, değilse Ljungberg'tir... Bergkamp'ı görmek için biraz daha dikkatli bakmanız, sevmek içinse biraz sabredip izlemeniz gerekir. Şimdi bakıyorum, Bergkamp sırf mahalle maçında oynadığım oyunu değil, hayatımı da değiştirmiş. Belki “hadi be” sınırında olacak ama, sabretmeyi, bakmayı değil, görmeyi, incelemeyi ve arka plandayken yönetebilmeyi öğretmiş.
Birazdan okuyacağınız yazı, Dennis Bergkamp'ın Stillness and Speed adlı biyografisinde yayınlanmıştır.