Bizi Twitter'dan takip etmek için: @sotatercuman
Çeviri arşivimize ulaşmak için tıklayın.


Retrospektif #8: Ceferin'in Görevi

Bu röportaj ilk olarak 5 Haziran 2018 tarihinde ESPN.com'da yayınlanmıştır.


UEFA Başkanı Aleksander Ceferin, Yugoslav ordusuna çağrıldığında 19 yaşındaydı. Askerlik yapmak zorunluydu ve onunla birlikte ülkenin geri kalanından, Bosna’dan, Sırbistan’dan, Hırvatistan’dan gençler de göreve çağrılmıştı. Çok geçmeden, bu topraklarda şiddetli ve gaddarca bir savaş patlak verecekti.

Beş yıl sonra iç savaş çıktı ve Ceferin tekrar askere çağrıldı. Bu kez çağıran Sloven ordusuydu ve düşmanları birkaç yıl önce birlikte çarpıştığı can dostları olacaktı.

“Neyse ki kimseyi vurmak zorunda kalmadım” diyor Ceferin. “Ama ailelerini kaybeden pek çok insan tanıdım. Avrupa’nın göbeğinde böyle bir şeyin yaşanabiliyor olması ve tüm dünyanın hiçbir şey yapmadan izlemesi inanılmazdı.”

“Bu durum sizi ürkütüyor” diye ekliyor. “Avrupa’daki durum, beni zaman zaman ürkütüyor. Dünyadaki durum, beni zaman zaman ürkütüyor. Her şey mümkün…”

Bunları söylerken sesi gittikçe alçalıyor. Çoğunlukla futbol kuralları ve politika hakkında konuştuğumuz röportaj süresince, Ceferin’in sıcakkanlı resmiyetinden kurtulduğu nadir bir an bu. Bu anı bir kenara bırakırsak, Ceferin sadece işinden bahsediyor ve söylediklerinin anlaşılması için özel bir çaba gösteriyor.

Bugün, Kiev’de Şampiyonlar Ligi finali düzenlemenin lojistik güçlüklerinden, yürürlüğe soktukları incelikli sürecin neden gelecekteki finalleri ‘taraftar dostu’ hâline getireceğinden ve FIFA başkanı Gianni Infantino’nun iki yeni FIFA turnuvasının yayın haklarını adı açıklanmamış yatırımcılara satma teklifine karşı çıkmasının sebeplerinden bahsediyor ve şöyle diyor: “Şeffaflıkla ve denetimle ilişkili sorunlar var.”

Ancak konuşmamız esnasında onu gerçekten, pek çok açıdan heyecanlandıran esas konu, UEFA’nın ve Ceferin’in yaptıklarının temelinde neler yattığı; spor ile iş arasında, kalkınma ile kâr etme arasında ve üye federasyonların güvenini kazanma ile kâr odaklı kurumlar arasında doğru dengeyi bulmak idi. ESPN’e verdiği bu özel röportajda, Ceferin rekabetteki dengesizlikle başa çıkmak için bir an önce uygulanması gereken önlemlerin; lüks vergisi, kadro kısıtlamaları ve kiralık oyuncuların sayısının azaltılması gibi planların altını çizdi. Ayrıca 24 takımlı Avrupa Şampiyonlarının da arkasında durdu.

Organizasyonun gelirlerinin %85,3’ünün doğrudan sisteme geri döndüğünü vurgulayan Ceferin, “UEFA’nın görevi futbolu geliştirmek ve paranın paylaşımını sağlamak” diyor. Bu paranın kabaca %75’i, çoğunlukla organizasyonlardaki başarılarının bir ödülü olarak, kulüplere veriliyor; geri kalanı ise bazen doğrudan bazense ulusal federasyonlar aracılığıyla futbolun kalkınmasına, kadın futboluna veya altyapılara harcanıyor.

Mesele de burada başlıyor. UEFA’nın gelirlerinin yaklaşık yarısı -Avrupa Şampiyonası ve elemeler aracılığıyla- milli takımlardan geliyor ve bu takımlar da, aynı UEFA gibi, futbolu kalkındırma ve parayı adil bir şekilde dağıtma misyonu olan kâr amacı gütmeyen kuruluşlar.

(Avrupa Şampiyonasını 2016’da 24 takıma yükseltmenin sebeplerinden biri de bu. Bu karar onun başkanlığından önce alınmıştı ama Ceferin farklı düşünceler olduğunu kabul etmekle beraber kararı bizzat kendisinin de desteklediğini söylüyor. “Ne yaparsanız yapın, yanlış yaptığınızı söyleyen insanlar her zaman olacak. Ama ben yeni uygulamayı seviyorum; çünkü Galler gibi, İzlanda gibi, turnuvada ileri aşamalara giden ‘küçük ülkeler’ görüyoruz. Bu çok ilginçti, bence yeni format iyi görünüyor ve bana göre bu şekilde kalmalı. Ve bugün benim görüşüm büyük önem taşıyor.”)

Ama kabaca aynı oran da (yüzde 47) kulüp turnuvalarından geliyor -Şampiyonlar Ligi’nden ve daha az oranda Avrupa Ligi’nden- ve kulüplerin büyük kısmı, özellikle de bu yüklü parayı üretmede başı çekenler, aslında sahiplerine para kazandırmak üzere futbolun içindeler. Kısacası bu kulüplerin farklı bir varoluş amacı var ve bu yüzden kulüplerin emelleri ile UEFA’nın hedefleri çok ince bir dengede seyrediyor.

“Kulüplerin büyük paralar kazanmak istemesini anlayabiliyorum, onlar da futbolun kazançlarından kendi paylarına düşeni almak istiyorlar ve dürüst olmak gerekirse onların para kazanması hâlâ futbolun çıkarına olabilir” diyor Ceferin. “Pek çok insan bana futbolun içinde çok fazla para olup olmadığını soruyor ve ben her zaman onlara ‘Hayır, yeterince para yok’ diye cevap veriyorum. Daha fazla para girmesini istiyorum ama burada kilit nokta, o giren paranın doğru biçimde paylaştırılması. Pastayı düzgün bir biçimde paylaştırırsak, işte o zaman para gerekli yerlere gidiyor.”

Bu, Ceferin’i yakından etkilemiş bir konu. Slovenya Futbol Federasyonu Başkanı olduğu bir önceki görevinde, bütçesinin %80’i UEFA’dan geliyordu. Ve pek çok küçük federasyon, UEFA’dan gelecek gelire bundan da fazla ölçüde bağımlı.

Bugüne gelene dek formül fazlasıyla basitti. UEFA, sürekli büyüyen yayın ve reklam gelirlerine güvenerek yıllar boyunca Şampiyonlar Ligi’nden alınacak payı geliştirmeye ağırlık verdi. Ayn Rand ekolünden biriyseniz, büyük liglerdeki zengin kulüplerin pastadan daha fazla pay almasını, sonuçta daha büyük pastadan küçük kulüpler de daha fazla para alacağı anlamına geleceği için, haklı gösterebilirdiniz.

Ama 2016 yazı sonunda yaşananlar, güç dengesini iyiden iyiye büyük liglerdeki büyük kulüplerin lehine bozdu. O yaz alınan karara göre, 2018-19 sezonundan başlamak üzere, puan sıralamasında ilk dört sırada yer alan Avrupa liglerinde ilk dört sıraya girecek takımlar, Şampiyonlar Ligi grup aşamalarına doğrudan katılma hakkı elde edecekti. Bu yalnızca dört ülke temsilcilerinin turnuvadaki esas kısmın yarısını işgal edeceği anlamına gelmiyor, aynı zamanda gruplara otomatik olarak katılacak takımların sayısını da 11’den 16’ya çıkarıyordu. Tam da aynı dönemde, Avrupa Kulüpler Birliği’ne (ECA) UEFA’nın icra komitesinde iki kişilik yer açıldı. Kulüpler artık resmen UEFA’nın içindeydiler.

UEFA’nın bu yola girmesi, büyük ölçüde, küçük bir grup üst düzey kulübün zor kullanması ve çeşitli kaynaklara göre bu kulüplerin talepleri gerçekleşmediği takdirde UEFA’dan ayrılarak yeni bir Avrupa Süper Ligi kurma tehditleri neticesinde gerçekleşti. Tüm yaşananlar UEFA’da ciddi otorite boşluğunun yaşandığı bir döneme denk gelmişti. Eski başkan Michel Platini, rüşvet aldığı gerekçesiyle FIFA’dan uzaklaştırılmış ve UEFA’nın o dönemki genel sekreteri Gianni Infantino, FIFA Başkanı olmak üzere görevinden ayrılmıştı. Sözleşmelerin imzalanması gerekiyordu, zaman azalıyordu ve tüm avantaj büyük kulüplerin elindeydi.

Anlaşmaların yapılmasından birkaç hafta sonra Eylül ayında göreve gelen Ceferin, “O esnada UEFA Başkanı ben olsaydım asla böyle bir şey yaşanmazdı demeyeceğim” diyor ve devam ediyor: “Bilemiyorum. Mesele şu ki organizasyonun tepesinde bir tür otorite boşluğu söz konusuydu. Olağan normalden kopuk bir durumdaydık.”

“Bence Avrupa Kulüpler Birliği’nin UEFA İcra Kuruluna üye olması gerekiyor, çünkü  paydaşlar arasındalar ve karar alma sürecinde hissedarların da yer alması her zaman için iyi bir şey” diye ekliyor. “Hiç kimseye sormadan bir şeylere karar verirseniz, her zaman sorun yaşarsınız. Format değişikliğine gelirsek de gerçekçi olmamız gerekiyor: Beş büyük lig paranın yaklaşık %86’sını getiriyor ve onlara %60’ı kalıyor. Galiba bu artık futbolun gerçeği.”

Sorun şu ki ‘futbolun gerçeği’ diye ifade ettiği durum ‘yeni normal’ olarak nitelense daha doğru bir şekilde tarif edilmiş olacak.1 Bir düzineden biraz fazla takıma denk gelen süper zengin kulüplerle geri kalanlar arasındaki uçurum orantısız biçimde arttı, UEFA’nın her yıl yayınladığı kendi kıyaslama raporlarında da bu net biçimde görülüyor.

Bu linke tıklayarak daha fazla detaya ulaşabilirsiniz ama şu bariz ki liglerin büyük kısmı diğer takımlarınf hepsinden çok daha fazla kazanan ve çok daha fazla harcayan bir (bazen iki veya üç) ezici takım tarafından domine ediliyor. Bu düzen aynı zamanda Almanya’da bir takımın altı ve İtalya’da bir başkasının yedi kez üst üste nasıl şampiyon olabildiğini veya Fransa’da bir diğerinin son altı şampiyonluğun beşini nasıl elde ettiğini açıklamaya yardımcı oluyor.

İspanya daha ziyade iki takımın tekelinde, bu iki takım son 14 sezonda 13 şampiyonluk elde ettiler. Premier League’deki duruma birkaç takımın egemenliği (oligopol) denebilir, Leicester City’nin peri masalını devre dışı bırakırsanız, son 15 sezonun tamamında aynı altı takımdan üçü ligi ilk üç sırada noktaladı. Bu düzen, diğer liglerin pek çoğunda da monopol veya düopol şeklinde aynen devam ediyor: Yunanistan Ligindeki son 13 şampiyonluğun 12’si Olympiacos’a gitti, Portekiz’deki son 16 şampiyonluğun tamamını Benfica ya da Porto kazandı, Hollanda’daki son 19 şampiyonun 16’sı ya Ajax ya da PSV Eindhoven oldu. 2

Ve böylece her bir ülkenin görece ‘süper kulübü’, Şampiyonlar Ligi’nden gelen para ve diğer büyük liglere oyuncu satmaktan elde ettiği paranın avantajını kullanarak, ligdeki diğer kulüplerin yetenekli oyuncularını kendinde topladı. Aynı yöntemi kullanarak tekrar tekrar aynı şeyi yaptılar.

Ceferin bu durumu değiştirmek üzere bir şeyler yapmak istediğini söylüyor. Bir hafta önce Avrupa Birliği’ne yaptığı açıklamada, paranın küçük bir grup kulüpte toplanmasının ‘futbolun çekim gücünün ana unsuru olan rekabet duygusunu zedelediğini’ ve ‘çok geç olmadan acil bir biçimde birtakım kararlar alınması gerektiğini’ belirtti.

“Bana kalırsa önümüzdeki en zor süreçlerden biri bu” diyor Ceferin. “Uçurumu kapatabileceğimizi ya da tüm kulüpleri aynı seviyeye getirebileceğimizi düşünmüyorum, bu çok naifçe bir düşünce olur. Ama yine de değiştirmemiz gereken bazı şeyler var ve bu konuyu büyük paydaşlara anlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca Avrupa Birliği ile de temasa geçtik ve ne sonuç çıkacağını göreceğiz. En azından aradaki uçurumun daha da hızla artmasını önlemeye çalışacağız.”

Avrupa Birliği ile ilişkili kısım mühim gözüküyor. Avrupa yasaları, kabaca konuşacak olursak, serbest piyasaya endekslidir. Emeğin serbest dolaşımını engelleyemezsiniz (diğer Avrupa Birliği ülkelerinden oyunculara sınır getirilmesinin imkansız olması bu yüzden), kulüplerin (en azından Avrupa Birliği ülkelerinde)  doğrudan devlet yardımı alması mümkün değil ve harcamaya kısıtlama getirmek başınıza bir dolu bela almak demek (Ana amacı rekabet alanına dengeyi getirmek değil, ‘sürdürülebilirlik’ olan Finansal Fair Play’i kabul ettirmek bile hayli zor oldu). Avrupa Birliği üzerinden, rekabet alanına dengeyi getirmede yardımcı olacak çok da fazla araç yok ama Ceferin elindeki tüm seçenekleri keşfetmek için uğraşıyor.

Ceferin geleneksel ‘maaş tavanı’ (İng. salary cap) uygulamasının ‘hemen hemen imkansız’ göründüğünü söylüyor. ‘Lüks vergisi’ fikri - belli bir eşiğin üzerinde harcama yaparsanız, eşiğin üzerinde yapacağınız her harcama için daha sonra kulüplerin tamamına dağıtılacak ortak hazineye eş miktarda para koymanız gerekiyor- de konuşuluyor ama bu fikirlerin her birini gerçeğe dönüştürmek onun da ifadesiyle hala “zor.”

“Kadrolara kısıtlama getirebiliriz” diyor Ceferin. “Şampiyonlar Ligi’nde hâlihazırda böyle bir kuralımız var ama ulusal liglerin pek çoğu bunu uygulamıyor.”

UEFA’nın amacı ‘yetenekleri stoklama’ anlayışının önüne geçmek; kendi kulüplerinde çok az süre alabilen ama başka kulüplerde fark yaratabilecek oyuncular var. “Oyuncuları kiralamaya bir kısıtlama getirmeli ya da bunu yasaklamalıyız” diyor.3 “Sözleşmeli 186 oyuncusu olan bir kulüp var, bu oyuncuların 80’i kiralık olarak başka kulüplerde oynuyor. Gerçekten 80 oyuncunuzu kiralamaya ihtiyacınız var mı, yoksa bu oyuncular başka kulüpler adına mı oynamalı?”

Ceferin’inki en uç örnek değil. 2016-17 sezonunda, 187 sözleşmeli oyuncusu olan ve bunların 115’ini başka kulüplere kiralayan bir kulüp var. Vurguladığı mesele ehemmiyetini koruyor. Bu kural değişikliği kadro kısıtlamaları ile birlikte doğru biçimde uygulanırsa, kulüpler oyuncuları hakkında bazı zor kararlar vermek zorunda kalacak ve böylece tüm yeteneklerin bir grup kulüpte toplanmasının önüne geçilecek. Dahası, bu kiralanan oyuncuların büyük kısmı gençlerden oluşuyor ve sonu gelmeyen kiralık kontratların bu oyuncuların gelişimini ne şekilde etkilediği belirsizliğini koruyor.

Ceferin, Avrupa Birliği’ne yaptığı konuşmada aynı zamanda Avrupa’nın serbestçe hareket etme düsturunu da tartışmaya açtı; nitekim bu hak Avrupa Birliği ya da Avrupa Ekonomik Alanı (EEA) içinden bir oyuncu için 16 yaşında transfer yapmasının önünü açıyor. Bu durum, 18 yaşından küçüklerin transferine kısıtlamalar getiren FIFA’nın kendi düzenlemeleriyle zıtlık gösteren gerçek bir yasal boşluk ve çoğunlukla da hemen hemen hiç para kazanamadan yetenekli oyuncularını kaybeden küçük liglere zarar veriyor.

Nihayetinde her şeyi toptan değiştirmekten değil, bazı küçük düzenlemeler yapmaktan bahsediyoruz ve Ceferin paydaşların en azından bu kadarına onay vereceğini umuyor. Burada bir miktar ‘ödül ve ceza yöntemi’ de söz konusu, neticede rekabetteki dengesizliği düzeltmek aynı zamanda büyük kulüplerin harcamalarının da azalması anlamına gelecek.

Ceferin kararlı gözüküyor ve söyledikleri ümit veriyor fakat öte yandan ondan öncekiler de onun gibiydi. Şu bariz ki tepeden bazı kurallar konması mümkün değil ve istediklerini gerçekleştirebilmesi için paydaşlarla birlikte çalışması gerekecek.

Peki, ya istemezlerse? İşte tam da bu noktada geçen yaz Monaco’da verdiği cevaba geri dönebiliriz.

“İstemezlerse tek yapmaları gereken, bir sonraki seçimde (görev süresi Şubat 2019’da doluyor) oy vermemek olur ve ben de Slovenya’ya geri dönerim” deyip şu sözlerle noktayı koymuştu: “Koltuk sevdalısı değilim.”

Röportaj: Gabriele Marcotti

Çeviri: Güner Çalış & Anıl Can Sedef




1 Ç.N.: Independent gazetesinin sözünü sakınmayan futbol şefi Miguel Delaney, ‘yeni normal’ meselesi üzerine birkaç ay önce detaylı bir rapor yayınlamıştı. Seçkiye bu çeviriyi dahil etmedik ama ilgililer şu linkten ulaşabilir.


2 Ç.N.: Ek olarak Hırvatistan’da Dinamo, Belarus’ta BATE, İskoçya’da Celtic, Ukrayna’da Shakhtar gibi kulüplerden bahsedebiliriz. Bu takımların pek çoğu Şampiyonlar Ligi öncesinde de dominant ekiplerdi ancak Şampiyonlar Ligi geliri hâlihazırdaki konumlarını daha da tekelleştirdi denebilir. Şampiyonlar Ligi geliri, özellikle küçük liglerde daha da orantısız bir durum yaratıyor.


3 Ç.N.: FIFA bu sezon içinde açıkladığı kararla gelecek sezon en fazla sekiz oyuncunun kiralanmasına imkân tanıyacağını belirtti. Bu sayı 2022/23’ten itibaren altıya düşecek. Kararın son olarak FIFA Konseyinde onaylanması gerekiyor.

22 Mayıs 2020 Cuma

Yorum Gönder

Blogger tarafından desteklenmektedir.

İzleyiciler